Dünyamızı Saran Hassas Denge
Dünyamızı Saran Hassas Denge
Kâinata nereden bakarsak bakalım, onda harika bir nizamın olduğunu görüyoruz. Rüzgârların yağmur yüklü bulutları karalara taşımasından, Ay'ın Dünya'mızı geceleri bir kandil gibi aydınlatmasına ve Dünya'mızın Güneş etrafındaki harikulâde bir hızla dönüşüne kadar (saatte ortalama 110.000 km) her şey bu mükemmel dengenin bir ifadesidir. Bu denge ve sistemler aralarındaki münasebetler dikkate alınarak incelendiğinde, hepsinin insanoğlunun hizmetine sunulduğu anlaşılacaktır. Öyle bir lütuf ki; ikamet edeceğimiz evin elektrik, su, telefon ve ısınma için gerekli sistemlerini henüz inşaat safhasındayken ayarladığımız gibi, yeryüzü de insanoğlunun bütün ihtiyaçları göz önünde bulundurularak, daha yeryüzüne ayak basmasından önce hazırlanmıştır.
Yağmur damlalarının boyutlarından tutun da ağaçların uzunluklarına, rüzgârın hızına ve yer çekim kuvvetinin vücudumuzla olan ahengine kadar her şey, yeryüzünün insan için yaratıldığını gösteriyor. İnsanoğlu dışındaki varlıklar ele alındığında, bundan farklı bir manzara ile karşılaşmayız. Nitekim her defasında onlarcasını yediğimiz halde göldeki balıklar hâlâ oltamıza takılmakta, süt, et ve derisinden faydalandığımız hayvanlar bir kere olsun isyan etmemektedir. Yine hava ve su küredeki pek çok mucizevî faydalar yanında, dünyamızın taşküresini meydana getiren bütün kayaçlar incelendiğinde, her birinin çeşitli enerji kaynağı ve maden olarak insanın hizmetinde olduğu görülecektir. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Her şeyden belli bir şekilde istifade edebilme potansiyeli açısından, şuurlu tek varlık insandır.
4,5 milyar yıllık geçmişi olan Dünya'da insanın macerası yaklaşık 100.000 yıldır. Hamam böceklerinin bile 200 milyon yıllık fosillerine rastlanıldığı düşünülürse, ne kadar yeni bir varlık olduğumuz daha iyi anlaşılmış olur. Bu genç yaşına rağmen insanoğlu, kendisine bahşedilen aklı ile, yeryüzünden istifade etmiştir. Ancak bu istifade ediş günümüzde öyle büyük boyutlara gelmiştir ki; önceleri hiç bozulmaz zannedilen ekosistem, bundan büyük zarar görmüştür.
Milyarlarca yıldan bu yana, muazzam bir denge içerisindeki yeryüzü ekosistemi, insanoğlunun sınır tanımaz ve açgözlü davranışları ile büyük değişmelere uğramış ve bozulmuştur. Özellikle 150-200 yıldan bu yana yapılan yanlış ve ölçüsüz uygulamalar ile yeryüzünün atmosferi ve su kaynakları çoğu yerde kirletilmiş, bitki örtüsünün büyük kısmı tahrip edilmiş ve milyonlarca yıldır varlığını devam ettiren çeşitli bitki ve hayvanın nesli tükenmiştir. Son yıllarda karşılaştığımız en önemli problemlerden birisi de küresel ısınmadan kaynaklanan iklim değişiklikleridir.
Açgözlülüğün neticesi: Küresel ısınma
İnsanoğlu, yaşadığı çevrede diğer canlılara oranla, büyük değişikliklere sebep olmuştur. Artan nüfus ve gelişen teknoloji ile birlikte gün geçtikçe daha da artan bu tesirler, ekolojik dengeyi bozmuştur. Yine bu tesirler sebebiyle, daha önceleri tabii sebeplere bağlı olarak yavaş değişim gösteren iklim, artık ortalama bir insan ömründe bile hissedilebilecek bir değişim sürecine girmiştir. Peki bu değişimin sebebini, bütünüyle insanın aktivitesine bağlamak doğru mudur? Ne yazık ki bu sorunun cevabı büyük oranda evet olacaktır. Çünkü yapılan çalışmalar göstermektedir ki, dengeli bir seyir izleyen yeryüzü ikliminde, özellikle son bin yılın son çeyreğinde ani sıcaklık değişiklikleri meydana gelmiştir. Bu dönem, fosil yakıtların kullanılmaya başlandığı endüstri çağından günümüze kadar olan zaman dilimini içine alır.
İnsanların; sanayi, ulaşım veya günlük kullanım gayesiyle petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtları tüketmesi, karbondioksit, metan ve ozon gibi sera etkisine sahip gazların atmosfer içindeki nispetlerinin artmasına sebep olmuştur. Bu tip tesirlerin oranı yerden yere değişmekle beraber, atmosferde hava sıcaklığının artmasına sebep olmaktadır. Nitekim atmosferdeki sera gazlarının miktarı incelendiğinde, bunların oranlarında 1750 yılından bu yana büyük artış olduğu görülecektir. En önemli sera gazlarından biri olan karbondioksitin konsantrasyonu, 1750'den günümüze % 31 oranında artmıştır. Bu artış miktarı metan gazı için % 151, ozon gazı için ise % 36'dır.
Yapılan çalışmalar göstermektedir ki, önceleri tabii olarak atmosferde yavaş yavaş meydana gelen ısınma, özellikle endüstri çağından bu yana (1750) yoğunlaşan insan aktiviteleri ile daha da artmıştır. 20. yüzyıl boyunca küresel ölçekte hava sıcaklığında 0,6 ºC (±0.2 ºC)'lik bir artış olmasına rağmen, bunun şimdiye kadarki tesirleri çok büyük olmuştur. Başta kutuplardakiler olmak üzere, kara içlerindeki buzulların erimesi, bu değişimin doğrudan tesiri ile meydana gelmektedir. Buna karşılık bölgeden bölgeye şiddeti ve niteliği değişmekle birlikte; deniz seviyesinin yükselmesi, âni ve sağanak yağışlar, sel ve kuraklık gibi olaylarda sıklık ve şiddet açısından meydana gelen artışlar da iklim değişmesinin dolaylı tesirleri arasında sayılabilir. İklimde meydana gelen değişikler başta insanoğlu ve onun yeryüzündeki bütün faaliyetleri olmak üzere, flora, fauna ve sonuçta bütün ekosisteme tesir etmektedir. Yapılan son çalışmalar göstermektedir ki, iklim değişiminin en büyük zararları Türkiye'nin de içinde bulunduğu orta ve yüksek enlemlerde yer alan ülkelerde görülecektir.
Tahribatın boyutları
İklim değişikliği atmosfer gazlarının tek başına veya karşılıklı tesirleri sonucunda meydana gelmektedir. Bunlardan birinde meydana gelen bir değişiklik bir zaman sonra diğerine sıçramakta ve bu tesir, bir süre sonra ekosistemin diğer parçalarına yayılmaktadır. İnsanoğlu bu zincirin biraz ileri halkaları ile daha yakın münasebette bulunduğu için, başlangıçta, bu iklim değişimini fark edememiştir. Ancak özellikle son 50 yılda, iklimin diğer yıllara göre anormal olarak değiştiğini gösteren pek çok gösterge meydana gelmiştir. Küresel boyutta ortalama hava sıcaklığında artışlar, kutuplar ve kara içlerinde yüksek alanlardaki daimi buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, taşkın, kuraklık ve yağışların sıklık ve şiddetlerinde artışların görülmesi, bu göstergelerin en önemlileridir. Ancak değişiklikler bunlar ile sınırlı kalmamış, kısa zaman sonra bunların dolaylı tesirleri de, başta flora, fauna, insan ve aktiviteleri olmak üzere bütün ekosisteme yayılmıştır.
Yeryüzü genelinde ortalama hava sıcaklığı 1861 yılından bu yana yükselmektedir. Bu yükselme, yıldan yıla bazı değişiklikler göstermekle birlikte, yirminci yüzyılda 0,6 ºC (±0,2 ºC) olarak belirlenmiştir. Sıcaklığa bağlı olarak, Asya ve Afrika kıtası başta olmak üzere bazı bölgelerde kuraklığın şiddet ve sıklığının artmış olduğu gözlenmiştir.
Uydu verilerine göre, 1960 yılından bu yana kar örtüsünün dağılım alanlarında % 10'luk bir azalma meydana geldiği görülmektedir. Yirminci yüzyıl boyunca, kutup bölgelerinin yanı sıra kara içlerindeki dağ buzullarında da büyük nispette geri çekilmeler saptanmıştır. 1950'den bu yana, Kuzey Yarımküre'nin ilkbahar ve yaz dönemlerinde, buzulların denizlerde yayılış alanlarında yaklaşık % 10-15'lik bir azalma meydana gelmiştir.
İklim değişmelerine bağlı olarak, 20. yy boyunca global deniz seviyesinde ortalama olarak 0,1-0,2 metre bir yükselme meydana gelmiştir. Bu yükselmeye, buzulların erimesi sebep olmaktadır. Bu durumun sera gazlarının konsantrasyonu aynı kalsa bile önümüzdeki birkaç yüzyıl daha süreceği tahmin edilmektedir.
Dünya genelinde yağışın dağılış ve miktarındaki değişmesine bakıldığında; 20. yüzyılda, Kuzey Yarımküre'de orta ve yüksek enlemlerin pek çok bölgesinde, her on yılda bir yağışın % 0,5-1 oranında arttığı, buna karşılık subtropikal bölgelerde (10º N -30º N) % 0,3 azaldığı görülmektedir. Şayet okyanuslar yeryüzünün yaklaşık % 75'ini kaplamasaydı, bu harika mekanizma işlemeyecek, yeterli buharlaşma olmadığından, canlılar ihtiyacı olan suyu bulamayacaklardı.
Geçmişte iklim değişiklikleri
Jeolojik zamanlar boyunca yeryüzü birçok iklim değişikliğine sahne olmuştur. Yeryüzü ekosisteminde büyük hareketleri de beraberinde getiren bu değişmelerin sebepleri günümüzde tam olarak çözülememiştir. Atmosferde bulunan karbondioksit ve sera gazlarının nispetlerindeki değişiklikler, iklim değişikliklerinin de en önemli sebepleri arasındadır.
Yeryüzü, özellikle içinde bulunduğumuz dördüncü jeolojik zamanda (kuaterner), çok büyük buzul dönemlerine sahne olmuştur. Bilhassa okyanus tabanı tortullarının incelenmesi ile ortaya çıkan verilere göre yeryüzünde, kuaterner boyunca 50 buzul ve buzul arası dönem yaşanmıştır (lowe ve walker, 1999). Buzul dönemlerinde düşen hava sıcaklıkları buzul arası dönemlerde tekrar yüksel- miş ve yeryüzü uzun yıllar boyunca büyük sıcaklık değişikliklerine sahne olmuştur. Dünya genelinde düşünüldüğünde bazı alanlarda glasiyal (buzul) ve interglasiyal (buzul arası) dönemlerdeki sıcaklık farkı 15 ºC'yi bulmuştur.
Kuaterner boyunca orta ve yüksek enlemlerdeki buzullar, buzul dönemlerinde ekvatora doğru yaklaşmış, buzul arası dönemlerde ise geri çekilmiştir. Nitekim günümüzden yaklaşık 18-23 bin yıl öncesinde meydana gelen son buzul dönemi olan Würm'de; Kanada, Kayalık dağları, Avrupa, Asya, Grönland ve Antarktika buzullarının toplam yüzölçümü 33,5 milyon km² iken, bugün bu değer 14,4 milyon km²'ye düşmüştür. Bu buzulların kalınlıkları ise Würm'de ortalama 7.900 m iken, günümüzde 2.300 metreye düşmüştür (Dawson, 1996). Ekvatora yakın enlemlerde çöl ve savan iklim sınırları, muhtemelen birkaç enlem yukarı ve aşağıya doğru değişmiş olabilir. Sıcaklık ve yağış değerlerindeki değişmelere paralel olarak, toprak oluşum süreçleriyle diğer fiziko-kimyevî prosesler de değişikliğe uğramıştır. Yağış miktarındaki farklılıklara bağlı olarak akarsu rejimlerinde periyodik olarak değişiklikler meydana gelmiştir. Bu dönemlerde yeryüzünde meydana gelen en önemli hadiselerden biri de deniz seviyelerindeki alçalma ve yükselmedir. Deniz ve okyanuslarda su seviyesinde 150 metreye kadar alçalma ve yükselme gözlenmiştir (Dawson, 1996). Bütün bu değişikliklere bağlı olarak, kuaterner süresince, bitki ve hayvan toplulukları da kendileri için daha uygun alanlara kaymışlardır. Mukaddes kitaplarda bahsi geçen Tufan hadisesinin de bu dönemlerden birini temsil ettiğini düşünebiliriz.
Nasıl bir gelecek?
Yapılan araştırmalara göre; yeryüzünün ortalama hava sıcaklığının 1990 yılından 2100 yılına kadar 1,4 ile 5,8 ºC arasında artacağı tahmin edilmektedir. Buzul dönemlerindeki ortalama sıcaklığın günümüzden sadece 6 ºC (±2 ºC) daha az olduğunu düşünürsek, bu artışın ne kadar büyük değişikliklere sebep olabileceğini tahmin edebiliriz.
Bu tahminlere göre, global olarak atmosferdeki su buharı konsantrasyonu ve yağış miktarı 21. yüzyılda artacaktır. Bilhassa 21. yüzyılın ikinci yarısında yağış miktarının, Kuzey Yarımküre'nin orta ve yüksek enlemleriyle Antarktika'da artış göstereceği tahmin edilmektedir. Buna karşılık ekvatora yakın enlemlerde bölgeden bölgeye değişmekle birlikte yağış miktarında yer yer azalma ve artma görülebilecektir. Kar örtüsüne baktığımızda ise; Kuzey Yarımküre'deki kar örtüsünde ve deniz yüzeyini kaplayan buzulların yayılış alanlarında daha fazla daralma beklenebilir.
Deniz suyu seviyesinde de 1990 ile 2100 yılları arasında 9 cm ile 88 cm arasında bir yükselme beklenmektedir. Bu durum da, çoğunlukla deniz ve okyanus suyundaki ısınmaya bağlı olarak meydana gelen genleşme ve buzulların erimesinden kaynaklanmaktadır. Bunlar içerisinde okyanus suyu genleşmesinin katkısı 0,11 ile 0,43 m arası, buzul erimelerinin katkısı ise 0,01 ile 0,23 m arasında tahmin edilmiştir.
Atmosferdeki sera gazlarının konsantrasyonu şu andaki oranı ile sabit kalsa bile, atmosferin ısınması buna bağlı olarak deniz seviyesinin yükselmesi ve diğer tesirlerin de birkaç yüzyıl daha devam etmesi beklenmektedir.
İklim değişmesinin küresel ve bölgesel ölçekteki tesirleri değişmekle beraber, meydana gelmesi muhtemel olan problemlerden bazıları şunlardır:
1- Yaz sıcaklıklarında artış, düzensiz atmosfer olayları, ani sıcaklık yükselmeleri, ani yağışlar, fırtına ve doluların görülmesi.
2- Kuraklığın şiddet ve sıklığında artma, çölleşmenin artması, kurak ve yarı kurak bölgelerde göl ve akarsu kaynaklarının kuruması, baraj suyu seviyesinde düşme.
3- Deniz seviyesinin yükselmesi, alçak kıyı alanlarının, deltaların ve bazı adaların su altında kalması.
4- Sel ve taşkınların, buna bağlı olarak heyelan ve erozyonların sıklık ve şiddetlerinde artış.
5- Su kaynaklarının miktar olarak azalması, kalite açısından bozulması ve yeraltı suyu seviyesinde düşme.
6- Bitki örtüsünün tür sayısı ve dağılış açısından değişikliklere uğraması.
7- Vahşi hayvanların hayat alanlarının değişmesi, bazılarının göç etmesi veya yok olması.
8- Yüksek sıcaklıklar ile kurak dönemlerde orman yangınlarının artması.
9- Ziraî hastalık ve böcek zararlarında artışların olması.
10- Artan sıcaklar ve hava kirliliği- ne bağlı olarak kalp, astım ve akciğer hastalıklarının artması, tansiyon ve kalp sebebiyle ölen yaşlı sayısında ve sel, fırtına gibi olaylara bağlı olarak meydana gelen ölüm ve hastalıkların artması.
11- Ziraî ürünlerin veriminde azalma ve buna bağlı olarak pek çok bölgede yaşanan gelir kayıplarının ve fakirliğin artması.
12- Kış turizminin zarar görmesi.
13- Şehirlerde içme suyu açısından yaşanan problemlerin artması.
14- Hidroelektrik santrallerden enerji üretimindeki riskler.
15- Nehir taşımacılığının aksaması veya bozulması.
Netice
Yeryüzünde fakirlik, açlık, harpler ve çevre problemlerinde olduğu gibi, iklim değişikliğinin de aslında tek bir sebebi vardır. İnsanoğlunun, üzerinde yaşadığı yeryüzünün gerçek değerini ve kendisinin de bu mekandaki varlık gâyesini idrâk edemeyişi... Sıtmaya karşı bataklığı kurutmak yerine sivrisineklerle uğraşmak gibi, netice vermeyen işlerle vakit kaybedilmekte, bir problemi hallettiğimizi sanırken, arkasından yenileriyle karşılaşmaktayız. Görünen odur ki; açgözlülük, bencillik, vurdumduymazlık ve hepsinden önemlisi de inanç ve ahlâk zayıflığı devam ettiği sürece, insanoğlu problemlerle karşılaşacaktır. Kâinat kitabındaki câri kanunları ve makasıd-ı İlâhî'yi anlayarak, tabiatın bir emanet olduğu şuuruyla hareket edersek, üzerinde yaşadığımız dünyada daha huzurlu bir hayat sürmemiz mümkün olabilecektir.
Yağmur damlalarının boyutlarından tutun da ağaçların uzunluklarına, rüzgârın hızına ve yer çekim kuvvetinin vücudumuzla olan ahengine kadar her şey, yeryüzünün insan için yaratıldığını gösteriyor. İnsanoğlu dışındaki varlıklar ele alındığında, bundan farklı bir manzara ile karşılaşmayız. Nitekim her defasında onlarcasını yediğimiz halde göldeki balıklar hâlâ oltamıza takılmakta, süt, et ve derisinden faydalandığımız hayvanlar bir kere olsun isyan etmemektedir. Yine hava ve su küredeki pek çok mucizevî faydalar yanında, dünyamızın taşküresini meydana getiren bütün kayaçlar incelendiğinde, her birinin çeşitli enerji kaynağı ve maden olarak insanın hizmetinde olduğu görülecektir. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Her şeyden belli bir şekilde istifade edebilme potansiyeli açısından, şuurlu tek varlık insandır.
4,5 milyar yıllık geçmişi olan Dünya'da insanın macerası yaklaşık 100.000 yıldır. Hamam böceklerinin bile 200 milyon yıllık fosillerine rastlanıldığı düşünülürse, ne kadar yeni bir varlık olduğumuz daha iyi anlaşılmış olur. Bu genç yaşına rağmen insanoğlu, kendisine bahşedilen aklı ile, yeryüzünden istifade etmiştir. Ancak bu istifade ediş günümüzde öyle büyük boyutlara gelmiştir ki; önceleri hiç bozulmaz zannedilen ekosistem, bundan büyük zarar görmüştür.
Milyarlarca yıldan bu yana, muazzam bir denge içerisindeki yeryüzü ekosistemi, insanoğlunun sınır tanımaz ve açgözlü davranışları ile büyük değişmelere uğramış ve bozulmuştur. Özellikle 150-200 yıldan bu yana yapılan yanlış ve ölçüsüz uygulamalar ile yeryüzünün atmosferi ve su kaynakları çoğu yerde kirletilmiş, bitki örtüsünün büyük kısmı tahrip edilmiş ve milyonlarca yıldır varlığını devam ettiren çeşitli bitki ve hayvanın nesli tükenmiştir. Son yıllarda karşılaştığımız en önemli problemlerden birisi de küresel ısınmadan kaynaklanan iklim değişiklikleridir.
Açgözlülüğün neticesi: Küresel ısınma
İnsanoğlu, yaşadığı çevrede diğer canlılara oranla, büyük değişikliklere sebep olmuştur. Artan nüfus ve gelişen teknoloji ile birlikte gün geçtikçe daha da artan bu tesirler, ekolojik dengeyi bozmuştur. Yine bu tesirler sebebiyle, daha önceleri tabii sebeplere bağlı olarak yavaş değişim gösteren iklim, artık ortalama bir insan ömründe bile hissedilebilecek bir değişim sürecine girmiştir. Peki bu değişimin sebebini, bütünüyle insanın aktivitesine bağlamak doğru mudur? Ne yazık ki bu sorunun cevabı büyük oranda evet olacaktır. Çünkü yapılan çalışmalar göstermektedir ki, dengeli bir seyir izleyen yeryüzü ikliminde, özellikle son bin yılın son çeyreğinde ani sıcaklık değişiklikleri meydana gelmiştir. Bu dönem, fosil yakıtların kullanılmaya başlandığı endüstri çağından günümüze kadar olan zaman dilimini içine alır.
İnsanların; sanayi, ulaşım veya günlük kullanım gayesiyle petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtları tüketmesi, karbondioksit, metan ve ozon gibi sera etkisine sahip gazların atmosfer içindeki nispetlerinin artmasına sebep olmuştur. Bu tip tesirlerin oranı yerden yere değişmekle beraber, atmosferde hava sıcaklığının artmasına sebep olmaktadır. Nitekim atmosferdeki sera gazlarının miktarı incelendiğinde, bunların oranlarında 1750 yılından bu yana büyük artış olduğu görülecektir. En önemli sera gazlarından biri olan karbondioksitin konsantrasyonu, 1750'den günümüze % 31 oranında artmıştır. Bu artış miktarı metan gazı için % 151, ozon gazı için ise % 36'dır.
Yapılan çalışmalar göstermektedir ki, önceleri tabii olarak atmosferde yavaş yavaş meydana gelen ısınma, özellikle endüstri çağından bu yana (1750) yoğunlaşan insan aktiviteleri ile daha da artmıştır. 20. yüzyıl boyunca küresel ölçekte hava sıcaklığında 0,6 ºC (±0.2 ºC)'lik bir artış olmasına rağmen, bunun şimdiye kadarki tesirleri çok büyük olmuştur. Başta kutuplardakiler olmak üzere, kara içlerindeki buzulların erimesi, bu değişimin doğrudan tesiri ile meydana gelmektedir. Buna karşılık bölgeden bölgeye şiddeti ve niteliği değişmekle birlikte; deniz seviyesinin yükselmesi, âni ve sağanak yağışlar, sel ve kuraklık gibi olaylarda sıklık ve şiddet açısından meydana gelen artışlar da iklim değişmesinin dolaylı tesirleri arasında sayılabilir. İklimde meydana gelen değişikler başta insanoğlu ve onun yeryüzündeki bütün faaliyetleri olmak üzere, flora, fauna ve sonuçta bütün ekosisteme tesir etmektedir. Yapılan son çalışmalar göstermektedir ki, iklim değişiminin en büyük zararları Türkiye'nin de içinde bulunduğu orta ve yüksek enlemlerde yer alan ülkelerde görülecektir.
Tahribatın boyutları
İklim değişikliği atmosfer gazlarının tek başına veya karşılıklı tesirleri sonucunda meydana gelmektedir. Bunlardan birinde meydana gelen bir değişiklik bir zaman sonra diğerine sıçramakta ve bu tesir, bir süre sonra ekosistemin diğer parçalarına yayılmaktadır. İnsanoğlu bu zincirin biraz ileri halkaları ile daha yakın münasebette bulunduğu için, başlangıçta, bu iklim değişimini fark edememiştir. Ancak özellikle son 50 yılda, iklimin diğer yıllara göre anormal olarak değiştiğini gösteren pek çok gösterge meydana gelmiştir. Küresel boyutta ortalama hava sıcaklığında artışlar, kutuplar ve kara içlerinde yüksek alanlardaki daimi buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, taşkın, kuraklık ve yağışların sıklık ve şiddetlerinde artışların görülmesi, bu göstergelerin en önemlileridir. Ancak değişiklikler bunlar ile sınırlı kalmamış, kısa zaman sonra bunların dolaylı tesirleri de, başta flora, fauna, insan ve aktiviteleri olmak üzere bütün ekosisteme yayılmıştır.
Yeryüzü genelinde ortalama hava sıcaklığı 1861 yılından bu yana yükselmektedir. Bu yükselme, yıldan yıla bazı değişiklikler göstermekle birlikte, yirminci yüzyılda 0,6 ºC (±0,2 ºC) olarak belirlenmiştir. Sıcaklığa bağlı olarak, Asya ve Afrika kıtası başta olmak üzere bazı bölgelerde kuraklığın şiddet ve sıklığının artmış olduğu gözlenmiştir.
Uydu verilerine göre, 1960 yılından bu yana kar örtüsünün dağılım alanlarında % 10'luk bir azalma meydana geldiği görülmektedir. Yirminci yüzyıl boyunca, kutup bölgelerinin yanı sıra kara içlerindeki dağ buzullarında da büyük nispette geri çekilmeler saptanmıştır. 1950'den bu yana, Kuzey Yarımküre'nin ilkbahar ve yaz dönemlerinde, buzulların denizlerde yayılış alanlarında yaklaşık % 10-15'lik bir azalma meydana gelmiştir.
İklim değişmelerine bağlı olarak, 20. yy boyunca global deniz seviyesinde ortalama olarak 0,1-0,2 metre bir yükselme meydana gelmiştir. Bu yükselmeye, buzulların erimesi sebep olmaktadır. Bu durumun sera gazlarının konsantrasyonu aynı kalsa bile önümüzdeki birkaç yüzyıl daha süreceği tahmin edilmektedir.
Dünya genelinde yağışın dağılış ve miktarındaki değişmesine bakıldığında; 20. yüzyılda, Kuzey Yarımküre'de orta ve yüksek enlemlerin pek çok bölgesinde, her on yılda bir yağışın % 0,5-1 oranında arttığı, buna karşılık subtropikal bölgelerde (10º N -30º N) % 0,3 azaldığı görülmektedir. Şayet okyanuslar yeryüzünün yaklaşık % 75'ini kaplamasaydı, bu harika mekanizma işlemeyecek, yeterli buharlaşma olmadığından, canlılar ihtiyacı olan suyu bulamayacaklardı.
Geçmişte iklim değişiklikleri
Jeolojik zamanlar boyunca yeryüzü birçok iklim değişikliğine sahne olmuştur. Yeryüzü ekosisteminde büyük hareketleri de beraberinde getiren bu değişmelerin sebepleri günümüzde tam olarak çözülememiştir. Atmosferde bulunan karbondioksit ve sera gazlarının nispetlerindeki değişiklikler, iklim değişikliklerinin de en önemli sebepleri arasındadır.
Yeryüzü, özellikle içinde bulunduğumuz dördüncü jeolojik zamanda (kuaterner), çok büyük buzul dönemlerine sahne olmuştur. Bilhassa okyanus tabanı tortullarının incelenmesi ile ortaya çıkan verilere göre yeryüzünde, kuaterner boyunca 50 buzul ve buzul arası dönem yaşanmıştır (lowe ve walker, 1999). Buzul dönemlerinde düşen hava sıcaklıkları buzul arası dönemlerde tekrar yüksel- miş ve yeryüzü uzun yıllar boyunca büyük sıcaklık değişikliklerine sahne olmuştur. Dünya genelinde düşünüldüğünde bazı alanlarda glasiyal (buzul) ve interglasiyal (buzul arası) dönemlerdeki sıcaklık farkı 15 ºC'yi bulmuştur.
Kuaterner boyunca orta ve yüksek enlemlerdeki buzullar, buzul dönemlerinde ekvatora doğru yaklaşmış, buzul arası dönemlerde ise geri çekilmiştir. Nitekim günümüzden yaklaşık 18-23 bin yıl öncesinde meydana gelen son buzul dönemi olan Würm'de; Kanada, Kayalık dağları, Avrupa, Asya, Grönland ve Antarktika buzullarının toplam yüzölçümü 33,5 milyon km² iken, bugün bu değer 14,4 milyon km²'ye düşmüştür. Bu buzulların kalınlıkları ise Würm'de ortalama 7.900 m iken, günümüzde 2.300 metreye düşmüştür (Dawson, 1996). Ekvatora yakın enlemlerde çöl ve savan iklim sınırları, muhtemelen birkaç enlem yukarı ve aşağıya doğru değişmiş olabilir. Sıcaklık ve yağış değerlerindeki değişmelere paralel olarak, toprak oluşum süreçleriyle diğer fiziko-kimyevî prosesler de değişikliğe uğramıştır. Yağış miktarındaki farklılıklara bağlı olarak akarsu rejimlerinde periyodik olarak değişiklikler meydana gelmiştir. Bu dönemlerde yeryüzünde meydana gelen en önemli hadiselerden biri de deniz seviyelerindeki alçalma ve yükselmedir. Deniz ve okyanuslarda su seviyesinde 150 metreye kadar alçalma ve yükselme gözlenmiştir (Dawson, 1996). Bütün bu değişikliklere bağlı olarak, kuaterner süresince, bitki ve hayvan toplulukları da kendileri için daha uygun alanlara kaymışlardır. Mukaddes kitaplarda bahsi geçen Tufan hadisesinin de bu dönemlerden birini temsil ettiğini düşünebiliriz.
Nasıl bir gelecek?
Yapılan araştırmalara göre; yeryüzünün ortalama hava sıcaklığının 1990 yılından 2100 yılına kadar 1,4 ile 5,8 ºC arasında artacağı tahmin edilmektedir. Buzul dönemlerindeki ortalama sıcaklığın günümüzden sadece 6 ºC (±2 ºC) daha az olduğunu düşünürsek, bu artışın ne kadar büyük değişikliklere sebep olabileceğini tahmin edebiliriz.
Bu tahminlere göre, global olarak atmosferdeki su buharı konsantrasyonu ve yağış miktarı 21. yüzyılda artacaktır. Bilhassa 21. yüzyılın ikinci yarısında yağış miktarının, Kuzey Yarımküre'nin orta ve yüksek enlemleriyle Antarktika'da artış göstereceği tahmin edilmektedir. Buna karşılık ekvatora yakın enlemlerde bölgeden bölgeye değişmekle birlikte yağış miktarında yer yer azalma ve artma görülebilecektir. Kar örtüsüne baktığımızda ise; Kuzey Yarımküre'deki kar örtüsünde ve deniz yüzeyini kaplayan buzulların yayılış alanlarında daha fazla daralma beklenebilir.
Deniz suyu seviyesinde de 1990 ile 2100 yılları arasında 9 cm ile 88 cm arasında bir yükselme beklenmektedir. Bu durum da, çoğunlukla deniz ve okyanus suyundaki ısınmaya bağlı olarak meydana gelen genleşme ve buzulların erimesinden kaynaklanmaktadır. Bunlar içerisinde okyanus suyu genleşmesinin katkısı 0,11 ile 0,43 m arası, buzul erimelerinin katkısı ise 0,01 ile 0,23 m arasında tahmin edilmiştir.
Atmosferdeki sera gazlarının konsantrasyonu şu andaki oranı ile sabit kalsa bile, atmosferin ısınması buna bağlı olarak deniz seviyesinin yükselmesi ve diğer tesirlerin de birkaç yüzyıl daha devam etmesi beklenmektedir.
İklim değişmesinin küresel ve bölgesel ölçekteki tesirleri değişmekle beraber, meydana gelmesi muhtemel olan problemlerden bazıları şunlardır:
1- Yaz sıcaklıklarında artış, düzensiz atmosfer olayları, ani sıcaklık yükselmeleri, ani yağışlar, fırtına ve doluların görülmesi.
2- Kuraklığın şiddet ve sıklığında artma, çölleşmenin artması, kurak ve yarı kurak bölgelerde göl ve akarsu kaynaklarının kuruması, baraj suyu seviyesinde düşme.
3- Deniz seviyesinin yükselmesi, alçak kıyı alanlarının, deltaların ve bazı adaların su altında kalması.
4- Sel ve taşkınların, buna bağlı olarak heyelan ve erozyonların sıklık ve şiddetlerinde artış.
5- Su kaynaklarının miktar olarak azalması, kalite açısından bozulması ve yeraltı suyu seviyesinde düşme.
6- Bitki örtüsünün tür sayısı ve dağılış açısından değişikliklere uğraması.
7- Vahşi hayvanların hayat alanlarının değişmesi, bazılarının göç etmesi veya yok olması.
8- Yüksek sıcaklıklar ile kurak dönemlerde orman yangınlarının artması.
9- Ziraî hastalık ve böcek zararlarında artışların olması.
10- Artan sıcaklar ve hava kirliliği- ne bağlı olarak kalp, astım ve akciğer hastalıklarının artması, tansiyon ve kalp sebebiyle ölen yaşlı sayısında ve sel, fırtına gibi olaylara bağlı olarak meydana gelen ölüm ve hastalıkların artması.
11- Ziraî ürünlerin veriminde azalma ve buna bağlı olarak pek çok bölgede yaşanan gelir kayıplarının ve fakirliğin artması.
12- Kış turizminin zarar görmesi.
13- Şehirlerde içme suyu açısından yaşanan problemlerin artması.
14- Hidroelektrik santrallerden enerji üretimindeki riskler.
15- Nehir taşımacılığının aksaması veya bozulması.
Netice
Yeryüzünde fakirlik, açlık, harpler ve çevre problemlerinde olduğu gibi, iklim değişikliğinin de aslında tek bir sebebi vardır. İnsanoğlunun, üzerinde yaşadığı yeryüzünün gerçek değerini ve kendisinin de bu mekandaki varlık gâyesini idrâk edemeyişi... Sıtmaya karşı bataklığı kurutmak yerine sivrisineklerle uğraşmak gibi, netice vermeyen işlerle vakit kaybedilmekte, bir problemi hallettiğimizi sanırken, arkasından yenileriyle karşılaşmaktayız. Görünen odur ki; açgözlülük, bencillik, vurdumduymazlık ve hepsinden önemlisi de inanç ve ahlâk zayıflığı devam ettiği sürece, insanoğlu problemlerle karşılaşacaktır. Kâinat kitabındaki câri kanunları ve makasıd-ı İlâhî'yi anlayarak, tabiatın bir emanet olduğu şuuruyla hareket edersek, üzerinde yaşadığımız dünyada daha huzurlu bir hayat sürmemiz mümkün olabilecektir.
Biyoloji ve Sağlık Bilgisi
- 11-13 Yaş Gelişim Dönemi
- Aflatoksinler Nedir?
- Afrika Hayvanları
- Ağız ve Diş Sağlığı
- AIDS Nedir?
- Akciğer
- Akciğer Absesi
- Akraba Evlilikleri ve Sorunları
- Aktif Taşıma
- Alglerin Önemi
- Alkolizm Nedir?
- Alzheimer Hastalığı
- Aminoasitler ve Proteinler
- Amphibia (İki Yaşamlılar)
- Ani İşitme Kaybı
- Antibiyotik Direnci
- Antibiyotiklere Rezistans
- Antibiyotiklerin Etkisi
- Antifriz Nedir?
- Antioksidan Nedir?
- Apoptozis Nedir?
- Arı Taklidi Yapan Orkide
- Aşı ve Serum Nedir?
- Aşı ve Türleri Nedir?
- Atatürk Çiçeği
- Atın Evrimi
- Avcı Bitki Venüs
- Aves (Kuşlar)
- Ayna Nöronlar
- Azot Döngüsü