Hatırlama ve Unutma

Hatırlama ve Unutma

HAFIZA

Geçmişimizi kaydedip daha sonra ona başvurduğumuz bu sebeple de şimdiki anımızı etkileyen sistem hafızadır. Hafıza kapasitesi olmaksızın bir insanı (veya öğrenebilen bir hayvanı) düşünebilmek zordur. Hafıza olmasaydı edindiğimiz tecrübelerden geriye hiçbir şey kalmazdı, aslında öğrenme denilen şey de gerçekleşmezdi çünkü kısa bir süre önce öğrendiğimizi, hafızaya dayanarak hatırlar ve uygulamaya koyarız. Bunun aksi bir durumda çok dar bir çerçeve olan “bu ânı” yaşamak zorunda kalırdık ve sonuçta da bu an, geçmişimizi hatırlayamadığımızdan, kendimiz ile ilgili bir an olarak bize bir mana ifade etmezdi. Her insan her sabah kalkar ve kim olduğunu ve ne olduğunu bilir. Bu süre giden şahsî kimlik hissi, bizim dünümüzü bugüne bağlayan hatıraların sürekliliği üzerine kuruludur.
İnsan hafızasının analizinde, hafıza sisteminin yapısı ve bu yapıyı işleten süreçler birlikte ele alınmalıdır. Yapı, hafıza sisteminin düzenleme şeklidir; süreçler ise hafıza sistemi içersinde ortaya çıkan faaliyetlere dayanır. Hafıza sisteminin ele alınacağı bu bölümde yapı ve süreçler birlikte incelenecektir.
Bu sistemde kodlama, depolama ve geri getirme arasında önemli farklar vardır. Kodlama; hatırlanacak olan malumatın takdimi esnasında ortaya çıkan olaylara dayanır. Biraz önce tanıştığınız bir kimsenin isminin yerini tutan bir fiziksel fenomenin, yani ses dalgasının, hafızanın kabul edeceği türden kodlara çevrilip, bu kodun hafızaya kayıt edilmesi olayıdır. Kodlama süreçleri, hafıza sistemine neyin depolanacağını tayin eder. Ayrıca zihinde tutma esnasında varolan şartlarla birlikte hangi malumatın sonuç olarak geri getirilebileceğini tayin eder. Hatırlanabildiler daha önce depolanmış olanlardır ve nasıl hatırlanabileceği onun nasıl depolandığına bağlıdır (Tulving ve Thomson, 1973).
Çeşitli hafıza teorisyenleri (Atkinson ve Shriffrin, 1971), Waugh ve Norman, 1965) hafıza sistemimizin temel mimarisini depolara ayırarak tasvire çalınmışlardır. Çok depolu hafıza yaklaşımları adı altında toplayabileceğimiz bu teorilerin genel özellikleri ortaktır. Çok depolu hafıza teorisyenlerine göre 3 tip hafıza deposu vardır.
1) Duyusal hafıza deposu, malumatın geliş yoluna (göz, kulak) has bir depodur ve malumatı çok kısa bir süre için tutar.
2) Kısa süreli hafıza deposu, nispeten sınırlı kapasiteye sahiptir.
3) Uzun süreli hafıza deposunun, temelde sınırsız bir kapasitesi vardır ve malumatı çok uzun zaman dilimleri içersinde tutar.
Bu modele göre çevreden gelen malumat duyusal depolar tarafından alınır. Bu depolar, görme, işitme gibi kendine has ayrı depolardır, malumatı çok kısa süre için tutarlar. Bu depoya giren malumatın bir kısmına dikkat sarfedilir ve daha sonra kısa süreli hafıza deposu tarafından proseslenir. Kısa süreli hafızada proseslenmiş olan malumatın bir kısmı uzun süreli depoya aktarılır. Atkinson ve Shriffrin (1971)'e göre malumatın uzun süreli depolanışı, tekrar safhasına bağlıdır.
Bu noktada, dikkat ve hafıza sahalarının kesiştiğini belirtmek yerinde olur. Mesela Broadbent'in dikkat modeli, hafızanın çok depolu modelinin esas habercisidir. Duyusal hafıza deposu ile Broadbent' in teorik dikkat modeli arasında kesin bir benzerlik vardır.
Hafıza depolarının kendisi temel yapıyı şekillendirir, dikkat ve tekrar süreçleri ise hafıza depoları arasındaki malumat akışını kontrol eder. Bununla birlikte bu çok depolu hafıza modeli yapı içersinde işleyen süreçlerden ziyade yapının kendisi üzerinde yoğunlaşmıştır.

HAFIZANIN FİZYOLOJİK, BİYOKİMYASAL TEMELİ

Ebbinghaus'un hafızada modern deneysel araştırmaları başlatmasından bu yana araştırmacılar kaç çeşit hafıza olduğu sorusuna cevap aramakla meşguldürler. Bu farklı hafıza türlerinin birbirine benzediğini aşağıdaki 4 soruya verecekleri cevaplara göre tayin etmek belki de daha yerinde olacaktır. Sorulardan birincisi: beyinin kayıd ettiği malumat nedir? ve bu kaydın meydana gelmesi için gereken süreçler nelerdir? İkincisi: beyin, elde edilmiş olan bu malumatı nasıl depolamaktadır?. Üçüncüsü: beyinde meydana gelen ve unutmadan sorumlu değişiklikler nelerdir? Dördüncüsü: evvelce gizli kalmış olan malumat, geri getirilme sürecinde bu gizliliğini nasıl kaybetmektedir?
Bu genel 4 soru, hafızanın, kayıt, depolama ve geri getirme safhaları halindeki bölümlerince temin edilen çerçevede gömülüdür. Hafızanın geleneksel safhalarını açıklamada kütüphane metaforu kullanılabilir. Hafızaya kaydedilenler bir kitabın muhtevasına, onun başlangıçta kütüphaneye girişine ve dizin tarzına benzer. Depolanma ve unutma, kitabın kütüphaneye girdikten sonra başına gelenlerdir. Kitap çalınmış veya paralanmış olabilir veya konulduğu yerde ulaşılamaz bir durumda ' kalmış olabilir. Okuyucu özel bir kitabı bulmak istediğinde gelişi güzel bir tarama ile muhtemelen bir kitaba ulaşamaz onun içinde dizin kullanır. Kullanılan bu metafor, unutmanın (başarısızlıkla sonuçlanan geri getirmenin) iki ana sebepten ortaya çıkabileceği noktasının hayatiyetini vurgulamaktadır. Aranılan kitap (veya bir hatıra) ya kütüphanenin deposunda olmakla beraber bulunamıyordur (ulaşılmaz fakat elde edilebilir) veya daha önce depoda bulunmakla birlikte artık orada yoktur (elde edilemez). Herkes bu birinci tür unutmayı yaşamıştır. Evvelce kaybolmuş olan bir hatıra aniden hatırlama verir. Birinci olarak klasik hatırlama modelleri kayıd etme, depolama ve geri getirme ve de unutma süreçlerinden yoksundurlar. İkincisi, bu modellerde beyinde neler olup bittiği ile ilgili kısımlar o devirdeki nörolojik bilgiler sebebiyle göz ardı edilmiştir. Nitekim bu gözardı ediliş; unutmanın, hatıranın depoda kaybolmasından mı yoksa depodan silinmesinden kaynaklandığına karar vermedeki güçlükle izah edilir. Bazı unutulmuş hatıralar kendiliğinden hatırlanabilirken, diğerlerinin bu şansı hiç bir zaman olmamaktadır. Dolayısıyla bunun nasıl olduğunu tayin edebilmek için; beyin organizasyonundaki değişikliklerin azaldığına veya değiştirildiğine yahut da değişmeden kaldığına dair bilgilere gerek yardır. Böyle bir fizyolojik bilgi olmaksızın, depolamanın etkisini, geri getirmenin etkisinden ve de kayıt etmenin etkisinden ayırdetmek zordur (Watkins 1978). Son zamanlarda hafızanın temelinde yatan beyin süreçleri artık açıklanabilmektedir.

Öğrenilen materyal hafızadaki yerini ancak,eğer beyinde belli fizyolojik değişiklikler meydana gelirse almaktadır. Buna birleşme süreçleri adı verilir ve mikroskopik ve makroskopik olmak üzere iki seviyede ele alınır. Mikroskopik değişiklikler, nöronlar içersindeki, arasındaki ve muhtemelen sinaptik bağlantılardaki faaliyetleri kapsar. Birçok araştırmacı; öğrenmenin bir dizi süreci başlattığını Ve bu süreçlerin de, proteinlerin imal edilmesine ve uzun süreli yapısal ve işlevsel değişimleri üreten sinapslara aktarılmasına sebep olduğunu öne sürer. Bunun yanısıra, bu süreçlerin tamamlanması zaman alacağından hafızanın da, bu aradaki zaman zarfında öğrenmenin hemen başında hızla sahneye giren ayrı bir kısa süreli hafıza deposu vasıtasıyla ortaya çıkması gerektiğine inanmaktadırlar. İlkel invertebrate'lerde (deniz yılanı Aplysia gibi) alışkanlık olarak bilinen hafıza şeklinin temelini oluşturan nöronları ve nöronal değişiklikleri tespit etmek mümkün hale gelmektedir. Bu değişiklikler kesin bir şekilde ölçülebilir hale geldiğinde, unutma şekillerinin depodaki silinmeden mi? yoksa depo içersinde bir yerde kaybolmasından mı kaynaklandığına karar vermek mümkün olacaktır.
Hafızanın temelinde yatan makrosopik beyin değişiklikleri tespit etmek çok daha zordur. Çünkü birincisi, beyinin hangi bölgesinin, sorgulanan hafıza türüyle ilişkili mikroskopik değişikliklere müsaade ettiğinin gösterilebilmesi gerekir. Meselâ lisan bilgisi ile ilgili hafızanın serebral kodeksteki değişiklikleri kapsayabileceği görülmektedir. Çok küçük bir beyin dokusu parçasının, hafıza deposunun çeşitli şekilleri için nasıl gerekli olabileceği konusu halen karışık bir mesele halinde durmaktadır. Depolamaya vasıta olan bu doku tespit edilebilse bile, daha zor bir ikinci konunun mutlaka anlaşılması gerekmektedir ki bu da beyindeki değişiklikler vasıtasıyla depolanmış olan malumatın nasıl temsil edildiği sorusudur. Hatıralar muhtemelen ilgili malumatın depolandığı bölgelerde depolanmaktadır dolayısıyla depolamada karmaşık malumatın nasıl temsil edildiğini anlamak için bu malumatın algı ve düşünme halinde beyin tarafından nasıl temsil edildiğim bilmeye ihtiyaç vardır.

Geri getirme süreçleri malumatın beyinde nasıl temsil edildiğine muhtemelen fazlasıyla bağlıdır. İnsanlarda karmaşık hatıraların geri getirilişinin çok yüksek seviyede düzenleniyor olması gerekir. Spesifik itemlerin devasa ebatlardaki bilgi depomuzdan süratli bir şekilde geri getirebilme kabiliyetimiz gerçekten dikkate değerdir.
Beyin göreceli olarak birbirinden bağımsız işlevsel alt sistemleri ihtiva eder ve her biri belli türdeki malumatı kendi tarzında prosesler. Bu prosesleme işlemleri malumatın özel türlerinin kaydedilmesine benzemektedir. Dolayısıyla bir malumat muhtemelen onu proseslemeden sorumlu olan alt sistemlerde depolanmaktadır. Geri getirme ve unutma da muhtemelen özel bir alt sistemin işleyiş tarzını yansıtmaktadır. Eğer iki alt sistem benzer şekilde organize- olmuş beyin dokusundan oluşmuşsa, hizmet ettikleri hafıza sistemleri de muhtemelen benzer görünür. Eğer dokular farklı şekilde düzenlenmişse hizmet ettikleri hafıza sistemleri kayıt, depolama (mikro ve makro seviyede), geri getirme ve unutma kurallarının şartlarına göre radikal bir biçimde daha farklı olur. Meselâ lisân ve motor maharetlerle ilgili hafıza sistemlerimiz çok farklı olabilir, çünkü sözel davranış esas olarak yeni korteks tarafından kontrol edilmekte, motor maharetler ise büyük ölçüde serebellumdaki faaliyetlere bağlıdır. Ayrıca serebellum'la yeni kodeksin yapılan da farklı şekilde düzenlenmiştir. Bunun tersine görsel hayal ile kelimelere ait hafıza sistemleri ise muhtemelen çok daha benzerdir. Görsel hayatın esas olarak sağ yeni kodeksin arka bölgesince lisanın ise sol yeni korteks tarafından kontrol edilmesine karşın bu bölgelerin düzenlenişi birbirine çok benzemektedir. Bir sahneyi görsel hayalle veya kelimelerle hatırlıyor olsak bile depodaki karşılığı aynı itemdir. Sol yarımküre bu depolanmış item anlamlarını özel ifadelere çevirirken, sağ yarımküre görsel hayallere çevirmektedir (Anderson, 1985).
Kayıt, depolama geri getirme ve unutma kurallarının açıklanışının beyin süreçleri ile ilgili bilgilerimize bağlı olduğu görülmektedir. Ayrıca hafızanın farklı şekillerini etkileyen faktörlerin kesin ve açık bir izahı da gerekmektedir. Bu, hafıza üzerinde çalışan psikologların ana konusu olmuştur.
Çok yakın senelerde araştırmacılar hafızanın fizyolojisini deniz-yılanı üzerinde incelemeye başlamışlardır, çünkü bir cins vertebrate olan bu hayvanda hafızanın depolandığı bölge onun nöronal yapısında tespit edilebilmektedir. Fakat bu araştırmalarla karmaşık insan hafızasıyla arasında ilişki kurmada güçlük vardır. Özellikle nöronal düzenlemenin makroskopik seviyesinde durum böyledir. Şartlama öğrenmesiyle ilişkili olan nöronal yeniden düzenlenme bu gibi hatıraların nasıl yapılandığına işaret edebilir, ama karmaşık insan hafızası için söyleyeceği şey çok azdır. Diğer taraftan nöronlar arasında ve nöronlar içersinde meydana gelen mikroskopik değişiklikler bir çok canlı türleri arasında ve bir çok hafıza türünde benzer olabilir.

Bir görüşe göre değişmeyen sabit hafızaya aracı olan nöronal değişiklikler öğrenme işlemi sırasında başlar ama bu değişikliklerin tamamlanması zaman alır. Bu öğrenme ile hafızaya depolanma işleminin sonuna kadar devam eden nöronal değişikliklerin birleştirilmesi süresince, nöronlar içersinde birbiri ile bağlantılı bir dizi biyokimyasal ve yapısal değişmeler meydana gelir. Eğer öğrenmeyi takip eden sınırlı bir sürede uygun biyokimyasal ve fizyolojik işlemler yapılırsa bu değişiklikler engellenebilir ve amnezi ortaya çıkartılabilir. Bu sınırlı sürede hafızanın bir veya daha fazla sayıda kısa süreli depoya bağlı olduğu öne sürülmektedir. Kısa süreli depolama belki aynı nöronal ve sinaptik bölgelerdedir ama hızlı başlayan ve oldukça çabuk azalan fizyolojik süreçleri kapsar. Bazı teorilerde kısa süreli depolama süreçleri de ileride meydana gelecek olan değişiklikleri başlatan birleştirme süreçleridir ve sonuçla nöronal yapılar uzun süreli depolamaya hizmet etmek üzere tâdil edilirler. Kandel ve Schwartz'ın (1982) deniz yılanı Aplysia'daki kısa ve uzun süreli duyarlaştırma tarifi, bu tarife çok iyi uymaktadır. Kısa süreli depolama değişiklikleri nöronal dengede bölgesel artışları arttırır ve bu iki değişiklik birlikte kısa süreli hafızaya aracı olur. Eğer değişiklikler büyük miktarlarda olmaya devam ederse sonuçta uzun süreli hafızaya hizmet götüren yapısal değişikliklere sebep olurlar.
Bu birleştirme, terkip hipotezini test etme teşebbüslerinin çoğu, öğrenmeden kısa bir süre sonra çeşitli bozucu işlemler yapılarak hafızayı bozmaya dayandırılmıştır (mesela bu testler geriye yönelik deneysel amneziyi kapsar). Şiddetli sadmelerin genellikle kazadan hemen âz önce ortaya çıkan olayların unutulmasına sebep olduğu çok iyi bilinir. Deneyciler benzer amnezileri hayvanlarda yaratmaya çalışmışlardır. Bu deneylerde, birleştirme seyrinin zamanını, onu kapsayan süreçleri ve şartlı öğrenmede kısa süreli depolama süreçlerinin olup olmadığını belirlemek üzere şartlı öğrenme düzeni kullanılmıştır. Civcivler ilk deneyde kininle tadlandırılmış yiyecek tabletlerinden kaçınmayı öğrenmişlerdir. Bu eğitimden sonra araştırmacılar civcivlere şu 3 tür ajandan birini vermişlerdir: 1) nöronal elektro fizyolojik faaliyeti bozan potasyum klorid 2) nöronların kimyasal milieusunu bozan ouabain gibi sodyum pompalayan engelleyiciler, 3) nöronların yapısında ve kimyasal süreçlerin korunmasında hayatî önemi olan proteinlerin yapılmasını engelleyen protein sentezi engelleyiciler. Potasyum klorid gibi ajanlar ancak eğitimin 5. dakikası içersinde verilmişse çok çabuk gelişen bir amneziye sebep olmuştur. Sodyum pompalayan engelleyicilerin verilmesi eğitimden 10 veya 15 dk'a sonra kesilirse amneziye sebep olmuş fakat bu amnezi yaklaşık 90 dk sonra bitmiştir. Son olarak protein sentezi engelleyicileri eğitimden 30 dk sonra kesildiğinde amneziye sebep olmuş ve bu amnezi bitinceye kadar belli bir zaman almıştır. Civcivlerin şartlanmaya ait uzun süreli hafızalarının bir dizi birleştirme süreçlerine bağlı olduğu ve eğitimden sonra yaklaşık 30 dk devam ettiği bu bulgular ışığında öne sürülebilir. Öğrenme vasıtasıyla başlatılan bu değişiklikler yüksek seviyede nöral faaliyete sebep olur bu da, etkilenen nöronların içindeki ve dışındaki şarj olmuş atomların dengesini değiştirir ve protein sentezine bağlı yapısal değişikliklerle sona erer. Bunların yanısıra hafızanın daha önceleri iki kısa süreli depo tarafından tutulduğu öne sürülmektedir. Bu depolardan biri çok kısa sürede biten bir depo olup potasyum klorid faaliyetiyle ilişkilidir diğer depo ise daha gecikmelidir ve daha uzun süre içersinde sona erer ve her nasılsa sodyum pompası faaliyetine bağlıdır (bu pompa nöronların içindedir ve dışındaki kimyasal dengeyi korur).

Bu açıdan bakıldığında manzara maalesef son derece aldatıcı bir basitlik içersindedir. Memelilerde geriye dönük deneysel amnezi yaklaşımını kullanmış olan araştırmacılar bugün bu yaklaşımın uzatılmış birleştirme süreci fikrini ya desteklemediğine veya bu fikirle ilişkisi olmadığına inanmaktadırlar. Temelde bir çok problem vardır. Birincisi, birleştirmenin süresi ile ilgili tahminler, farklı deneysel görevler arasında ve hayvan türleri arasında çok büyük değişiklikler göstermekte ve bozucu ajan ile açıkça ilişkili olmamaktadır. Tahminler, saniyenin daha kısa anlarından günlere aylara hatta yıllara kadar değişmektedir, ikinci problem, bozulmadan sonra amnezi hemen anında başlayabildiği gibi haftalar sonrada başlayabilmektedir. Başlama anı değişmektedir. Üçüncüsü, hafıza kaybı hatırlatıcı işlemlerle sık sık tersine döndürülmedikçe hafıza geri gelmez. Hatırlatıcılar ancak hayvan ilgili görevi daha önce öğrenmiş ise çalışır. Bu hatırlatıcılar öğrenme situasyonundaki motivasyonel hâlin aynısının canlandırılması veya eğitim esnasında üretilmiş olan noradrenalin gibi hormonların verilmesi olabilir.
Bu sonuçlar bir çok manaya gelebilir. Birincisi uygulanan işlemler birleştirici süreçleri belki sadece kısmen bozmaktadır. İkincisi; hatıraların öğrenmeyi takip eden sürede ortaya çıkan spesifik olmayan fizyolojik faaliyet tarafından uyarılmadıkça, ancak geçici olabileceği iddia edilmektedir. Bozucu süreçlerin, 'retiküler faaliyete geçirici sistemin artan faaliyetini vasopresin, adrenalin ve adreokortikotropik hormon gibi hormonları kapsayan spesifik olmayan süreçleri bozduğuna inanılmaktadır. Eğer bu spesifik olmayan süreçler sunî olarak öğrenmeden sonraki sürede meydana getirilmişse amnezik ajanları etkisi karşı hücuma geçilebilir hatta bu etki sıfırlanabilir. Üçüncüsü; amnezik ajanlar belli birleştirici süreçler değil de geri getirme süreçlerini engelliyordur, meselâ hatıralar şekillenebilecektir fakat geri getirilebilir olamayacaktır. Birleştirici süreçler görüşüne ters düşen sonuçlar bu ihtimali desteklemekte ve öğrenme sonrasındaki ilk süre içersinde hafızanın unik zedelenebilirliğinin bir illüzyon olabileceğini öne sürmektedirler. Eğer hayvan, bozucu işleme tabi tutulmadan hemen önce öğrenme situasyonuna (veya bir cephesine) tekrar sokulursa, istenilen hatıra birkaç günlük eskililikte de olsa, iyi birleştirilmiş olsa da amnezi ortaya çıkacaktır. Bu iddia eğer doğru ise, herhangi bir yeni getirilmiş hatıra fizyolojik bozucu ile zedelenebilir ve muhtemelen de sebebi bu hatıranın geri getirilebilidiğinin azalmasıdır. Tekrar canlandırılan hatıralar vasıtasıyla bu etkiler sadece hayvanlarda tespit edilmiştir.
Hayvanlardaki geriye yönelik amnezi etkilerine dair açıklamalarda genel olarak bir anlaşma noktası yoktur. Basit hatıralar eğer birleştirilmek üzere mâkul bir süre alıyor ise de bu henüz ispat edilmemiştir. Bizim ilgili hafıza derişikliklerinin beynin neresinde ortaya çıktığı ve bunu kapsayan nöronlardaki yapısal tadilatların neler olduğuna dair bilgilere ihtiyacımız vardır. Bu bilgiler deniz yılanı Alpysia için bulunmuş olmakla birlikte vertebratelerin hepsine henüz genellenememektedir. Bununla birlikte heyecan verici gelişmelerde elde edilmektedir. Meselâ tavşanların serebellumlanndaki küçük hasarların, şartsız tepki üretimini etkilemeksizin; klasik olarak şartlandırılmış göz kırpma tepkisini öğrenmeyi ve bunun alıkoymasını engellediği bulunmuştur. Şartlanma sonrası bu serebral bölgenin incelenmesi; göreve ait depolama sistemini temsil eden sinapslardaki mikroskopik değişiklikleri daha iyi izah edebilir. Eğer böyle ise şartlanma sonrasındaki bu değişikliklerin seyir süresi planlanabilir.. Bu belgedeki basit aminoasit moleküllerinden olan GABA nörolaktarıcısınm faaliyetinin geçici olarak amneziye sebep olduğu halihazırda bilinmektedir

Vertebratelerin beyninde, hatıraların nerede depolandığını tespit etmek çok zordur, ve bu bilgi olmaksızın da hafızaya aracı olan mikroskopik değişikliklerin yapısını ve seyir süresini tanımlayabilmek mümkün değildir. Fakat yine de öğrenmenin nöral faaliyeti (muhtemelen spesifik olmayan süreçleri de kapsar) başlattığı ve nöronlar arasındaki sinaptik bağlarda yapısal değişiklikler ile sona erdiği tartışılabilir. Bu sebeple, analizin bu seviyesinde bile farklı canlı türlerindeki, farklı hafıza türleri aynı yapısal değişikliklerle ilişkiye getirilebilir. Sinaptik değişikliklere ait ihtimaller çok büyük miktarda olmakla birlikte devâsâ miktardaki malumat deposunun temelini oluşturabilir. Meselâ çoğu kortikal nöronlar komşularıyla binlerce sinaps oluşturur ve bu sinapsların bir çoğu da tâdil edilebilir.
Beyinin, depoladığı malumatı nasıl temsil ettiğini anlamak için önce bu malumatın nerede depolandığını bilmek gerekir. Yukarıda verilen cesaret verici örneklere rağmen bu konu halen belirsizlik içersindedir. Bu belirsizliğin bir kısmı Kari Lashley' in çalışmasından doğar.(Lloyd ve Maycs, 1990). Lashley, farelerin yeni kortekslerinin çeşitli kısımlarını, fareler karmaşık labirentleri çözmesini öğrendikten sonra veya önce harab etmiştir. Sonuçlarını iki kuralla özetler. Hareket hacmi kuralına göre hafıza kaybı ölçüsünü tayin eden, harab edilen bölge değil, çıkartılan kortikal doku miktarıdır. Aynı potansiyelli olma kuralına göre ise hafıza hususunda kortikal bölgeler karşılıklı değişebilir, çünkü muhtemelen bu bölgeler kendilerine has işlevlerinin yanısıra genel bir hesaplama görevini de yaparlar. Aynı potansiyelli olma kuralını destekleyen yeni araştırmalar vardır. Bunlara göre artkafa korteksinin mekân öğrenmesinde genel bir rolü olduğu kadar görmede de özel bir rolü vardır. Thompson'un lezyon çalışmaları Lashley'in düşüncelerini diğer yollardan tâdil edip genişletmesine yol açmıştır. (Lloyd ve Mayes, 1990). Thompson farklı türde şartlanma görevlerinin birbirinden ayrılabilir kortikal ve altkortikal bölgelerdeki lezyonlar vasıtasıyla bozulduğunu bulmuştur. Ama bunun yanında bütün bu spesifik hafıza sistemlerinin, talamusun, ortabeyinin ve pons'un bölümlerim kapsayan spesifik olmayan yapılarda genel bir lezyondan da etkilendikleri bulmuştur. Bu yapılar retiküler formasyonu kapsar ve muhtemelen hafıza birleşmesine (ve belki geri getirmeye) yardımcı olan spesifik olmayan süreçlere aracı olmaktadır. Eğer Thompson haklı ise farklı görevlerle ilgili hatıralar beynin farklı bölgelerinde Lashley'in inandığından çok daha belli bir yere has şekilde depolanmaktadır.

Şartlı öğrenme görevlerine ait hatıraların organizasyonu ve yeri; öğrenme esnasında ve öğrenmeyi takiben beyinde cereyan eden elektriksel faaliyet kaydedilerek de keşfedilmiştir. Olds ve arkadaşlan tek bir sinir hücresinin faaliyetini kaydetmiş ve buradan hareketle öğrenmenin; impulsların tekrar aynı yolla gönderilmesine sebep olduğunu dolayısıyla klasik şartlamayı takip ederek şartlı uyaran takdiminin evvelce bundan etkilenmemiş olan bölgeler üzerinde etkili olması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Nöronlar şartlanmanın hemen başında veya şartlı uyaranın başlangıcından hemen sonra faaliyet değişikliği gösterdiğinde Olds ve arkadaşları bu değişikliklerin hafızaya aracı oldukları sonucunu çıkarmışlardır. Bu gibi değişiklikleri, limbik sistemin, talamusun ortabeynin ve ponsun çeşitli altkortikal bölgelerinde kayıd etmişlerdir. Maalesef bu tür çalışmanın büyük ölçüde teknik ve izah problemleri vardır.
Şartlanma ile ilgili malumatın ferdî nöronların spesifik davranışlarından ziyade yaygın bir şekilde dağılmış olan nöral şebekelerin ortalama davranışlar vasıtasıyla istatiksel bir biçimde temsil edildiği iddia edilmektedir. Ama malumatla ilgili hâtıra ister deteraninistik isterse istatistiksel şekilde temsil edilsin yeni hatıraların varlığı hâlâ sinapslardaki tek başına olan değişikliklere bağlıdır. Şartlı tepkinin geri getirilmesi esnasındaki beyin faaliyetlerini kayıd ederek yukarıdaki pozisyonu destekleyen bulgular elde edilmiştir. Başarılı geri getirmenin beyinin birçok farklı bölgelerindeki farklı nöral faaliyet kalıplan ile birleştirildiği görülmektedir. Bu kalıplar şartlı uyaranın fiziksel özelliklerinden ziyade neyin geri getirilmekte olduğuna bağlı olmuştur. Bu sonuçlar oldukça karmaşıktır meselâ, geri getirme kalıplanın gösteren beynin bütün bölgelerindeki lezyonların, kritik göreve ait hafıza problemlerine Sebep olup olmayacağı şüphelidir.
Malumatın temsil edilişindeki deterministik ve istatistiksel görüşler arasındaki zıtlık belki bir hayvanın hangi hatırayı geri getirmekte olduğunu ideal bir gözlemcinin nasıl tayin edebileceği düşünülerek açıklığa kavuşturabilir. Deterministik görüşe göre gözlemci; hatırayı temsil eden faaliyeti, bir kerelik geri getirmeden sonra tek bir nöronda veya bir kaç nöronda emin bir şekilde tayin edebilecektir. İstatistiksel görüşe göre ise bu gözlemci ya birçok geri getirmeden sonra nöronun ortalama fâaliyetine bakmak zorunda olacak veya tek bir geri getirme esnasındaki binlerce nöronun faaliyet kalıplarına bakmak zorunda olacaktır. Bu görüşler birbirinden ayrıdır ama şimdiki teknoloji bunları ayırdetmeye pek muktedir değildir. Ayrıca deterministik yaklaşımla bir hafıza sisteminin inşâsını hayal etmek kolay olmakla birlikte istatistiksel bir sistemin nasıl çalışacağını görmek çok daha zordur. Doğal olarak bu beynin determinist olduğunu ispat etmez ama bu, hâlâ beynin,basit hatıraları bile nasıl temsil ettiğine dair açık bir kavramlaştırmaya sahip olmadığımıza işaret etmektedir. Öğrenme esnasında beyinde temsil edilişin nasıl kodlandığı ve sonra nasıl geri getirildiği hala büyük bir problem olarak karşımızdadır.

DUYUSAL DEPOLAR

Her an için duyularımız, çoğuna dikkat bile etmediğimiz devâsâ miktarda malumat bombardımanına tutulmaktadır. Mesela bu sayfayı okurken eğer bir iskemlede oturuyor iseniz, vücudunuzun iskemleyle temas eden kısmından muhtemelen dokunsal malumat gelmektedir, ama okuduğumu metin ilgisini çeken bir konu ise şu ana kadar bu dokunsal malumattan haberiniz yoktu. Bu gibi malumatlar hemen mi kaybolur yoksa çok kısa bir zaman zarfı için prosesleme sisteminde kalır mı? Birazdan görüleceği üzere bu malumatın hepsi değilse de çoğu, uyarılmanın hemen sonrasını takip eden bir süre için duyusal alıcılarda kalır.
Duyusal depolarla ilgili çalışmaların hemen hepsi görsel ve işitsel duyu depolan üzerinde yoğunlaşmıştır.
George Sperling, yaptığı başarılı çalışmalarda görsel (ikonik) deponun bazı özellikleri ile uğraşmıştır (Glcitman, 1981). Sperling deneklerine aşağıda da görüldüğü üzere her birinde 3 harf olmak üzere 3 sıra halinde yerleştirilmiş 9 harfi, çok kısa bir süre (50 milisaniye) göstermiştir.
Hemen ardından deneklerden harfleri hatırlamaları istenmiş, denekler yarısını hatırlayabilmiştir. Ama Sperling deneklerin söyleyebildiklerinden daha fazlasını hatırladıklarına inanmıştı. Ona göre, uyaranın görüntüden kaybolmasının hemen ardısıra denekler bu harflere dair zihinsel bir resme veya ikona sahip olmuşlardı. Ama bu ikon çok hızlı soluyordu. Bunun için denekler dizinin ancak yarısını söyleyebiliyorlardı. Hatırladıklarını söylemeye başladıklarında ikon hâlâ canlı bir halde idi, ama harfleri bir anda söyleyebilmek mümkün değildi. Denek sırasıyla harfleri söylerken, dördüncü harfe geldiğinde ikon'un geri kalanı tamamen solup kayboluyordu.
Bunu ispat etmek için Sperling kısmî bir ifade işlemi tasarladı. Deneklerine ilk sıradaki harfleri hatırlamalarım söyledi. Söylenmesi gereken harflerin bölünmesi vasıtasıyla hatırlananların ifade edilişi, ikon solmadan önce tamamlanabilirdi. Deneğin, görüntü anında uyaranın, yani hatırlayacağı dizinin, harflerine değilde hafızasına başvurmasını sağlamak için de ilgili harf dizisi, uyaran kaybolduktan sonra söylendi. Deneklere bazı sinyal tonlamalarının manaları anlatıldı.ilk dizi için yüksekten, ikincisi için orta, v.b.g. Elde edilen sonuçlara göre sinyal görsel uyaranın kaybolmasının hemen ardısıra verildiğinde hatırlama oranı yaklaşık %100 olmaktadır. Ama en küçük bir gecikme dahi hatırlamayı ciddi bir şekilde engellemiştir ve belli bir tonlama 300 milisaniye sonra verildiğinde de hatırlama oram %75 lere düşmüştür. Bir sn sonra ise her zamanki metodla elde edilen sonuçlardan farksız hale gelmiştir.

Bu sonuçlar görsel bir duyusal kaydın ancak saniyenin kesirleri dahilinde yüklü malumatlar taşıdığı fikrini desteklemektedir. Deneklerin yazılı bir sayfa gibi okuyabildikleri görsel bir imaj vardır ama bir saniye gibi kısa bir sürede bu sayfa kararıp kaybolmaktadır.
İkonik depolama ne derece kullanışlıdır? Haber (1988) bu kullanışlılık fikrine karşı çıkar, kendisine göre ikonik deponun normal algı ile ilgisi yoktur, ancak şimşeklerin çaktığı bir fırtınada okumaya çalışılırsa muhtemelen bir faydası olabilir. Bu deponun laboratuar şartlarında bir değeri olabileceğini ve ortaya çıkabileceğini ama normal şartlarda meydana gelmeyeceğini savunur. Gerçek dünyada görsel bir sabitleşme tarafından hızla maskeleneceğini dolayısıyla algıya yardımı olamayacağını iddia eder.
Haber, ikonun görsel bir uyarılmanın bitiminden yaratıldığını varsaymaktadır, halbuki görsel uyarılmanın başlangıcında yaratıldığına dikkat çeken bulgular vardır. Bu sebeple sürekli olarak değişen görsel bir dünya için bile ikonik malumatın kullanılması için bol fırsat vardır. Ikonik depo, bir laboratuar merakından çok görsel algının tamamlayıcı bir kısmıdır.
Benzer teknikler, işitme için de duyusal bir kayıdın olduğunu göstermiştir. Kullanılan işlem Sperling'in modeli üzerine kurulmuş bir modeldir. Denekler farklı kulaklıklardan anında verilen harfleri dinlemişlerdir, her bir saniyelik harf takdiminde her bir kulağa üç tane olmak üzere toplam 6 harf söylenmiştir. Her takdimden sonra deneklerden işittikleri harfleri hatırlamaları istenmiştir. Diğer deney şaründa hatırlama işlemi kısmîdir, sadece tek bir kulaklığa gelen itemleri hatırlamak zorundadırlar. Sonuçlar Sperling' in sonuçları ile aynıdır. Kısmî ifade, bütünü ifadeden daha üstün gelmiştir. Dolayısıyla tıpkı ikon gibi zihnî bir eko vardır. Tıpkı ikonda olduğu gibi ekoda hızla kaybolmaktadır.
İkon ve eko çok kısa süre içersinde kaybolmaktadır ama kaybolmadan önce neye benzemektedir? Bilim adamları bunun duyusal alıcıların temin ettiği kopyadan biraz daha ham, işlenmemiş bir duyusal malumatı temsil ettiği konusunda anlaşmaktadırlar. Bu, işlenmek üzere ilgili fabrikaya gelen ham maddenin geçireceği ilk işlem öncesinde gözden geçirilmesine benzer. Kapasitesinin çok az olmasına karşın, eko ve ikon'un depolama miktarı; üzerinde çeşitli işlemler yapacak olan kognilif sisteme izinverecek yeterliliktedir. Bu çeşitli işlemlerden biri, 'gelen duyusal malumatın özelliklerini çıkarıp modeller halinde bir araya getirmektir. Diğeri ise bu modelleri halihazırda hafızada depolanmış olanlarla mukayese etmektir. Bir ikon, "A" görsel kemini taşıyabilir ama bu iteni görsel kayıtta iken henüz bir harf olarak farkına varılamamıştır. Bu ve bundan sonraki işlemler gelen malumatın proseslenme tarzlarını oluşturur. Bu malumat proseslenişi; bizim bilgi dünyamızın sonuç olarak şekillendirdiği ham materyalleri takdim eden duyusal depoların muhtevaları ile başlar.

KISA SÜRELİ BELLEK İLE UZUN SÜRELİ BELLEK ARASINDAKİİLİŞKİ

İki tür bellek olduğuna dair bulgular:
Kısa ve uzun süreli belleğin evrelerini ele alırken, bu iki tür bellek arasında pek çok fark bulunduğunu gördük, ilk olarak, kısa süreli bellekte kodlama evresinin işitsel kod kullandığını (en azından tekrar gerektiren durumlarda), ancak uzun süreli bellekte kodlamanın anlama dayandığını gördük. ikinci olarak, kısa süreli belleğin saklama kapasitesinin 7±2 kümeyle sinirli olduğunu, buna karşın uzun süreli bellek kapasitesinin pratik açılardan sınırsız olduğunu gördük. Ve üçüncü olarak, kısa süreli bellekten geri çağırmanın az çok hatasız gerçekleştiğinin düşünüldüğünü (bilgi kısa süreli bellekteyse bulabilirsiniz), buna karşın uzun süreli bellekten geri çağırmanın hata yapmaya yatkın olduğunu ve unutmanın başlıca nedenini oluşturduğunu öğrendik. Bu nedenle, bu iki bellek deposunun üç evrede de kodlama, saklama ve geri çağırma birbirinden farklılıklar gösterdiğine dair yeterince kanıt vardır.
İki tür bellek olduğunu kanıtlayan ikinci kaynak, beyin hasarının etkileri üzerine yapılan klinik çalışmalardır. Beyin sarsıntısı ya da ciddi kafa travması geçiren kişiler, genellikle geriye etkili amnezibelirtileri gösterirler. Geriye etkili amnezi, kişinin önceki olayları hatırlamasına rağmen, hasarın hemen sonrasında olan olaylara dair belleğini yitirmesidir. Hasar, neden yakın bellek üzerinde bu derece tahribat yaratırken, önceki olaylara dair bellek üzerinde hiçbir etki yaratmamaktadır? Çünkü beyin hasan, uzun süreli belleği değil, yalnızca kısa süreli belleği etkilemektedir. Bu nedenle, geriye etkili amnezi hakkındaki klinik bulgular iki farklı bellek olduğu düşüncesini desteklemektedir.
Geriye etkili amnezi hayvanlar da da incelenmiştir. Hayvan önce bir işi örneğin, labirentte sola dönmeyi öğrenir. Daha sonra elektrokonvülsif şok verilir; bu da, beyin sarsıntısında olduğu gibi geçici bir bilinç kaybına neden olur. Daha sonra asıl öğrenmiş olduğu davranımı koruyup korumadığını görmek için labirentte test edilir. Başlangıçtaki öğrenme ile şok arasındaki süre kısaysa, öğrenilmiş davranım hâlâ kısa süreli bellekte olmalıdır. Şokun belleği silmiş olması ve hayvanın son testte az şey hatırlaması gerekir. Ancak, öğrenme ile şok arasındaki süre nispeten uzunsa, öğrenilmiş davranımın uzun süreli bellekte olması gerekir. Şok bu davranımı etkilememiş olmalıdır ve hayvanın son testte de pek çok şey hatırlaması gerekir. Çeşitli deneylerde bu sonuç örüntüsü bulunmuştur.

Klinik olarak gözlenebilen bir diğer belirli ileriye etkili amnezidir. İleriye etkili amnezi, örneğin epileptik nöbetlerden kurtulmak için ameliyat edilen hastalarda görülmektedir. Hipokampüslerinin (beynin temporal lobunun dibinde bir bölüm) bir kısmı çıkarılan bu hastalar, yeni materyali öğrenemezler. Bu hastalar, ameliyattan önce öğrenmiş oldukları beceri ve bilgilerini hatırlamakta hiçbir zorluk çekmezler, demek ki uzun süreli bellekteki bilgiyi geri çağırma yetenekleri olduğu gibi kalmıştır. Ayrıca, sürekli tekrarlayacak olurlarsa birkaç sözel maddeyi akılda tutabilirler; bu da, kısa süreli belleklerinin çalışır durumda olduğunu göstermektedir. Bu hastaların asıl problemi, yeni bilgiyi uzun süreli belleğe kodlamada ortaya çıkmaktadır. Ameliyattan birkaç ay sonra ailesi eski oturdukları evden birkaç blok öteye, aynı sokakta bir başka eve taşınan bir hasta örnek olarak verilebilir. Bir yıl sonra hasta, eski ev . adresini kusursuz bir şekilde hatırlamasına rağmen, hâlâ yeni ev adresini ne hatırlayabilmekte ne de yolunu bulabilmektedir. Sürekli kullandığı eşyaları nerede tuttuğunu hatırlayamamakta ve aynı dergiyi-içeriğinin aynı olduğunu fark etmeden defalarca okuyabilmektedir (Milner, 1966).Bu da kısa ve uzun süreli belleğin iki ayrı sistem olduğu izlenimini vermektedir.
İki bellek kuramı:
iki tür bellek olduğuna dair kanıtları göz önünde bulundurduğumuzda şu soru açığa çıkmaktadır: Bu iki bellek birbiriyle nasıl ilişkilidir? Bu konuda çeşitli kuramlar geliştirilmiştir, içerilen temel fikirleri göstermek için bu kuramlardan birini burada aktaracağız (Atkinson ve Shiffrin, 1971, 1977).
İki bellek kuramı, dikkatimizi yönelttiğimiz bilginin kısa süreli belleğe girdiğini ve burada tekrar yoluyla muhafaza edilebildiği gibi yer değiştirmeyle de kaybolabildiğini varsayar Uzun süreli belleğin tamamen sınırsız bir kapasitesi olduğu düşünülmektedir, ancak geri çağırma başarısızlığından etkilenmeye açıktır. Ayrıca, bilginin uzun süreli belleğe kodlanması için kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe aktarılması gerekir. İki belleği ilişkilendiren kritik varsayım budur. En açık şekilde ifade edildiğinde bu varsayım, bir şeyi yalnızca önce kısa süreli bellekte işleyerek öğrenebiliriz (uzun süreli belleğe kodlayabiliriz) anlamına gelir.
Aktarma işlemleri hakkında ne söylenebilir? Bazıları uzun süreli belleğe anlamlı bağlantılar eklemede kullanılan daha önce de sözünü etmiş olduğumuz stratejileri içerebilmektedir. İki sözcüğün bir imgeyle veya bir bağ cümleyle ilişkilendirilmesi, bunların kısa süreli bellekten uzun süreli belleğe aktarılmasının iki yoludur. Tekrarlama, bir başka aktarma stratejisi olabilir,bir maddenin tekrarlanması onu yalnızca kısa süreli bellekte tutmaz, aynı zamanda uzun süreli belleğe aktarılmasını da sağlar.
Bu iki bellek kuramı, bahsettiğimiz bulguların çoğunu bir araya getirdiği gibi, ciddi bellek bozukluklarını sınıflandırmak için bir yol sağlar. İleriye etkili amnezinin kısa süreli belleğin hasar görmesinden kaynaklanabileceğini yukarıda belirtmiştik. Hipokampüsün alınmasının neden olduğu bellek bozukluklarının, kısa ve uzun süreli belleği ilişkilendiren aktarma süreçlerinin çökmesinin bir göstergesi olabileceğini görüyoruz. Ve bir de kişilerin isim, adres ve aile bağlan gibi kimlik duygusuna katkıda bulunan kişisel anılarının büyük kısmını unuttukları klasik amnezi türü vardır. Bu amnezinin uzun süreli bellekteki bir bozukluk olduğu açıktır. Üstelik, klasik amnezi kurbanlarının kaybolan anılarını yeniden hatırlayabilmeleri, bu kaybın aslında bir geri çağırma veya erişme kaybı olduğunu göstermektedir; bu da gene uzun süreli bellek bozukluğu görüşüne uymaktadır.

KISA SÜRELİ HAFIZA

Alkinson ve Slıiffrin'in modelinde kısa süreli hafıza; hem depolama mekânım hem de hafıza sistemi içersinde malumat akışını bir bütün olarak yönlendiren kontrol süreçlerini kapsar. Bu kontrol süreçleri yapı içersinde sisteme büyük ölçüde bir esneklik kazandırır, ayrıca bu süreçler duyusal depolardan kısa süreli hafıza deposuna neyin gireceğine, uzun süreli hafıza deposuna hangi itemin depolanması gerektiğine, bunun nasıl yapılması gerektiğine ve uzun süreli hafıza deposundan tâleb edilen malumatın en iyi nasıl geri getirileceğine karar verirler.
Kısa süreli hafıza, kapasitesini bütün bu süreçler arasında paylaştırmak zorundadır, bu sebeple süreçlerden biri kapasiteden daha fazla yer tâleb ettiğinde, diğerlerine ayrılan kapasite miktarı azalacaktır. Meselâ kısa süreli hafızada tekrar yoluyla 7 + 2 itemi tutmak mümkündür. Çünkü tekrarın talep ettiği kapasite miktarı azdır. Ama bu kemlerin uzun süreli hafızaya kodlanması daha yavaştır ve denek daha hızlı bir başka süreci meselâ zihinsel görüntüleme sürecini kullanmaya karar verebilir. Bu sürecin kapasitedeki talebinin fazla olduğu düşünülmektedir. Sadece bu şekilde kodlanan item kısa süreli hafızada alıkonabilmektedir. Aynı süre içersinde hem bunu yapmak hem de diğer itemleri tekrar etmek için kısa süreli hafızanın kapasitesi yetersiz kalmaktadır.
Kısa süreli hafızanın kapasitesini ölçmede kullanılan iki popüler yol vardır.1) Kapasite miktar ölçümü; bu ölçümlerde denekler kendilerine takdim edilen (işitsel, görsel) itemleri veriliş sırasına göre hatırlamak zorundadır. Deneklerin performansı güvenilir şekilde hatırlayabildikleri en fazla sayıdaki itemler ile değerlendirilir. 2) Serbest hatırlamada yeniliğin etkisi (serbest hatırlama; hatırlanacak olan malumatı herhangi bir sıra içersinde hafızadan geri getirme). Temel olarak kısa süreli hafıza kapasitesinin miktan, deneklerin sıralarını doğru şekilde hatırlayabildikleri en uzun item dizileri olarak tarif edilir. Uzun yıllardan beri kısa süreli hafızanın ister sayı, ister harf ve kelime olsun birbiri ile ilişkisiz ortalama 7 itemi muhafaza edebildiği bilinmektedir. Miller (1956) artık bir klâsik olan makalesinde kısa süreli hafıza (KSH)kapasitesinin genel olarak birimleri ne olursa olsun (sayı, harf vb) 7–2 birim süre olduğuna işaret eder. Yaklaşık olarak bir kerede, 7 malumat chunk' nın KSH' da tutulabileceği iddiasındadır. Chunk,geçmişte öğrenilenlerle, tecrübeler üzerine kurulu malumatın aşina olunan bir birimi anlamında kullanılır. Chunk'lar, çeşitli uyaran itemlerini tek bir kavramsal birim halinde kodlama yoluyla şekillendirilebilir. Dolayısıyla 4 harf 4 chunk'ı (DEİK) veya l chunk'ı (KEDİ) temsil edebilir, bu onların kelime olarak kodlanıp kodlanamayacağına bağlıdır.
Bu kapasite miktarını tayin etmede, uzun süreli hafızanın bir rolü olabileceği düşünülmektedir. Meselâ rakam dizilen seri hatırlama testi için (rakamların veriliş sırasına göre hatırlanması) verildiğinde ve ayrıca dizilerden biri birçok defalar gizlice denek tarafından tekrarlandığında, bu tekrarlanan dizilerde gösterilen başarı diğer dizilerden çok daha üstün bir seviyede olmaktadır. Bu bulgu, tekrarlanan rakam dizisine ait bazı malumatın uzun süreli hafızada depolandığı fikrini vermektedir.
Serbest hatırlamada yeniliğin etkisi; bir listedeki son birkaç kemin genellikle, ortalarda yer alan itemlerdcn çok daha iyi hatırlanması olgusuna dayanır. Item takdiminin bitişi ile hatırlama başlangıcı arasındaki 10 sn'lik bir süre için geriye sayma işlemi bu yenilik etkisini ortadan kaldırmaktadır ama esas olarak listenin diğer kelimelerini hatırlamada bir etkisi yoktur.
Kısa süreli deponun kapasitesini ölçmede karşılaşılan karmaşıklığa karşın tam manasıyla sınırlı bir kapasite olduğu konusunda bir anlaşma vardır.
Çok depolu hafıza sistemi modeline göre uzun süreli depodaki ıtemler proseslenmiş bir şekilde depolanır bu sebeple de itemler birincil olarak ses yapılarından çok, anlam yapılarına göre depolanmışlardır. Kısa süreli depodaki itemler ise tam olarak proseslenmemiş itemlerdir. Genellikle analizleri tamamlanmamış akustik (sese ait) şekiller halinde bulunurlar. Fakat bu itemler, duyusal depoda olduğu gibi işlenmemiş ham materyaller değildirler. Yarısı proseslenmiş materyallerdir. Biraz önce rehberden baktığımız bir telefon numarasını akılda tutmaya çalışırken doğal olarak bir dizi numara çevirdiğimizin farkındayızdır ama bu itemler telefon jetonunu cebimizin dibinde ararken kendi kendimize durmaksızın tekrarladığımız sesler dizisi gibi görünür. Bu görüşü doğrulayan bulgular hatırlamada benzerliğin etkisinin incelendiği araştırmalardan elde edilmiştir. Buradaki ana fikir listelerin benzer olması halinde hafızada bunların birbirine karışma eğiliminde olacağıdır. Deneklere bir kısmı birbirine ses olarak benzer (yapı, sapı, kapı gibi) diğer kısmı ise benzemeyen kelime dizilerini doğru olarak hemen hatırlama görevi verildiğinde, ses uyumu hatırlamayı oldukça kösteklemiştir ama araya süre girdiğinde hatırlama bu ses uyumundan etkilenmemiştir. Baddeley, (1966) aynı deney düzenim anlam benzerliği olan kelimelerle işlettiğinde hatırlama görevi hemen hiç bir şekilde etkilenmezken, gecikmeli (araya süre girdiği zaman) hatırlama görevinin bundan etkilendiğini göstermiştir.

Conrad '(1964) deneklerin harf dizilerini hatırladıklarında, bu uyaranlar görsel olarak takdim edilmiş olsalar dahi yapılan hataların (doğru harflerin yerine) genellikle, benzer şekilde olan harfler yerine benzer seste olan harfleri kapsadığım görmüştür. Mesela (Türkçe’ye uyarlanmış olarak) KHTBRC dizisi verildiğinde eğer B harfi yanlış hatırlanmışsa yerine genellikle onunla ses uyumlu M harfi hatırlanmıştır. (Tıpkı Murat ile Burak kelimelerinin telaffuzu esnasında ikinci kişinin bu iki ismi karıştırması gibi). Denek muhtemelen görsel materyali itemleri içinden tekrarlayarak akustik forma yeniden kodlamakta (yani çevirmekte) ve bu hali ile KSH' ya depolamaktadır (Conrad, 1964). Fakat eğer böyle oluyorsa-ortaya çıkan hataların, itemlerin ses benzerliğinden ziyade bu çevirmedeki benzerlikleri yansıtması beklenebilir. Bir başka ifade ile hatalar ses benzerliğinden çok hece benzerliğinden kaynaklanıyor olmalıdır.
Uzun süreli hafızaya henüz geçmemiş ve hâlen kısa süreli hafızada bulunan bir item olduğunu farz edelim. Bunu nasıl geri getirerek hatırlarız. Birçok psikolog bunun için herhangi bir zihnî taramaya gerek olmadığını ileri sürmüşse de yapılan araştırmalar göstermiştir ki kısa süreli hafızadan geri getirme işlemi bazı zihnî tarama ve mukayeseler sonucu olmaktadır.
Bununla ilgili bulgular Sternberg'in (1975) deneylerden elde edilmiştir. Sternberg' in yaptığı bu deneyde, deneklere kısa süreli hafızalarında geçici olarak tutmaları istenen bir rakamlar dizisi gösterilir.
Deneklerin bu malumatı kısa süreli hafızalarında muhafaza etmeleri kolaydır çünkü bu hafıza listesi 7 rakamdan daha az sayıda rakamı kapsamaktadır. Sonra hafıza listesi görüntüden çekilir ve birkaç saniye sonra bir test rakamı verilir. Denek, bu test rakamının listede olup olmadığına karar vermek durumundadır. Meselâ hafıza listesi 3 6 l rakamlarından oluşuyor ve de test itemi de 6 ise denek evet diye tepkide bulunmalı, eğer test itemi 2 ise hayır diye tepkide bulunmalıdır. Hafıza listesi test itemi verildiği an görüntüden kaldırılmış olduğundan, test itemi kısa süreli hafızada kodlanmış liste ile mukayese edilmelidir. Denekler bu görevde çok ender hata yaparlar ama, ilginç olan deneklerin kararlarını vermedeki hız süreleridir. Karar süresi test keminin başlaması ile deneğin o itemin hafıza listesinde olup olmadığına işaret eden evet veya hayır düğmesine basması arasında geçen süredir. Karar verme süresi çok hızlı olduğundan mili saniyeleri göstermede çok hassas cihazlar kullanılmalıdır. Tipik bir deneyde denekler 100 denemenin üzerinde teste tabi tutulur ve her bir denemede uzunluğu l itemden 7 iteme kadar değişen yeni hafıza listeleri verilir. Böylelikle deneyci deney sonunda karar verme süresini deneklerin kısa süreli hafızalarında aramaları gereken item sayısının bir fonksiyonu olarak inceleyebilir. Karar verme süresi doğrudan hafıza listesinin uzunluğu ile artış göstermektedir. Buna göre; kısa süreli hafızaya eklenen her yeni item, arama sürecine sabit bir süre miktarını da eklemektedir yaklaşık 40 mlsn. Doğal olarak denek bu kısa zaman aralıklarının farkında değildir ama daha açık olarak karar verme süresinin kısa süreli hafızada aranması gereken malumatın miktarı ile arttığına işaret etmektedir.
Arama süreci 3 safhadan oluşmaktadır Birinci safhada denekler test itemi olan uyaranı kısa süreli hafızada depolanmış olan diğer kemlerle mukayese edecek tarzda kodlar. İkinci safhada denek bu item kodunu seri olarak kısa süreli hafızadaki her itemle tek tek mukayese eder. Tek bir itemi kontrol etmek 40 mlsn, 2 itemi 80 mlsn v.b kadar bir süreyi kapsar. Üçüncü safhada denekler evet veya hayır düğmesine basmak sureliyle sonuçlanan tepkilerini verirler. Sonuçta karar verme süresi her bir üç safhanın tamamının bir özetidir. Birinci ve üçüncü safhalar kısa süreli hafızadaki item sayısına bağlı olmayıp 400 mlsn'lik bir süreyi kapsar. İkinci safhayı tamamlama süresi ise 40 mlsn. olup, hafıza listesinin uzunluğu ile çarpılır. Böylece karar verme süresi mlsn olarak 400+40X'e eşittir. X kısa süreli hafızadaki item sayısıdır.
Bu sonuçlar, çok geniş teorik izahların yapılmasına yol açmıştır. Bunlardan en eski ve diğerlerine oranla da en hâkim olan izah şeklini Sternberg yapmıştır. Kısa süreli hafızada arama süreci seri olarak yürütülmektedir. Hafıza listesindeki itemler ile verilen hedef item arasındaki mukayeseler her item için ayrı ayrı yürütülmektedir. Buna göre her item için yapılan mukayese aynı miktardaki süre içersinde yapıldığından tepki süresi de hafızadaki item sayısıyla birlikle lineer olarak artmaktadır.
Sternberg'in bu seri arama modeli çok sayıda araştırmacı tarafından eleştirilmiştir. Mesela Anderson (1985) beynin her 40 mlsn' de bir mukayese yapacak kadar bir sürate sahip olamayacağını öne sürer. Ayrıca, kısa süreli hafızada arama sürecinin paralel tarzda işlediği öne sürülmektedir. Buna göre denek, test itemini hafıza listesindeki bütün kemlerle eş zamanlı olarak mukayese eder ve bir eşlemeyi bulur bulmaz da evet cevabını verir, veya yaptığı mukayeselerin hiçbirinde eşleme olmazsa hayır cevabını verir. Bunun ötesinde araştırmacılara göre; paralel aramada mukayese edilecek item sayısı arttıkça karar verme süresi bu itemler arasında bölünen zaman sebebi ile artar. Sonuçta itemi test etme daha yavaş bir süratle ilerleyen bir mukayese ile sonuçlanır. Burada bir benzetme yapılacak olursa, iki odalı bir dairede bir bomba arandığını farz edelim ve elde sadece iki tane bomba uzmanı bulunmaktadır. Bombanın hangi odada olduğunu biliyorsanız, iki uzmanı da oraya yollarsınız ve çabucak bombayı tespit edersiniz. Ama bombanın hangi odada olduğunu bilmiyorsanız her bir odaya birer uzman yollarsınız. Her ikisi de ayrı ayrı odalarda paralel olarak çalışır ama bombayı bulma süresi uzar. Kısıtlı eleman sebebi ile iki odada bombanın aranması iş bölümüne, bu da iş gücünün düşmesine sebep olur.
Tıpkı bu örnekte olduğu gibi fiziksel kaynaklarımız nasıl kısıtlı ise zihnî kaynaklarımız da kısıtlı olabilir. Kısa süreli hafızadan geri getirme işleminde sabit bir kapasiteye sahip olabiliriz. Kısa süreli hafızaya bir item daha ilâve edildiğinde topyekün kapasite de eş zamanlı mukayeseler arasında bir kere daha bölünmüş olur. Bu da karar verme süresini uzatmış olur.

ÇOK DEPOLU HAFIZA MODELİNİN YETERSİZLİKLERİ

Hafıza depolan modeli, hafıza sistemini kapsayan süreç ve yapıların sistematik bir açıklamasını getirmeye çalışan ilk tebrik modeldir. Duyusal, kısa süreli ve uzun süreli hafıza depolarını birer birim depo olarak görür. Birbirinden kalite olarak farklı hafıza depolarının olduğu nosyonunu haklı çıkarmak için bu depolar arasında önemli farklar olduğunu göstermek doğal olarak şarttır. Nitekim bunu destekleyen uygun veriler de elde edilmiştir. Hafıza depolarının en azından şu şekillerde birbirinden ayrıldığı gösterilmiştir: 1) Geçici süre 2) Depolama kapasitesi 3) Unutma mekanizması ve 4) Beyin hasarının etkileri.
Bu modelin oldukça ciddi sınırlamaları vardır. Ama bugün birçok hafıza modeli teorisyenleri çok depolu hafıza modelini bir başlangıç noktası olarak kullanır. Son on sene içersinde sarfedilen emekler, bu modeli daha gelişmiş bir hale koymak yolundadır. Dolayısıyla modelin reddedilmesinden ziyade olgunlaştırılması söz konusudur.
Bu modelin en büyük açmazı çok basit olmasıdır. Çok depolu hafıza teorisyenleri kısa ve uzun süreli depoların tek başına birim halinde çalıştıklarını farzetmişlerdir. Kısa süreli hafıza deposunun bir birim olarak işlemediği Warrington ve Shallice (1972) tarafından gözlenmiştir. Bu iki araştırmacı araştırmalarını Korsakoff sendromu gösteren hastalar üzerinde yapmışlardır. Bu sendrom, uzun süreli alkolik hastaların aldıkları bu toksik madde sebebiyle amygdala ve hipokampus gibi diencephalon yapılarının hasara uğraması ve bu yapılardaki hasarlarında hafiada hayatî derecede aksaklıklara yol açması şeklinde tarif edilebilir. Bu hastalarda kısa süreli hafıza depolarının hasar gördüğü ama uzun süreli depolarının etkilenmediği gözlenmektedir. Warrington ve Shallice, bu hastalarda kısa süreli hafızadan harf ve rakam gibi işitsel uyaranların unutulmasının görsel uyaranlardan çok daha fazla olduğunu bulmuşlardır. Shallice ve Warrington (1974) daha sonra bu hastaların kısa süreli hafıza hasarlarının harf, kelime ve rakam gibi sözel materyalle sınırlı kaldığını, kedi miyavlaması, telofon sesi gibi manalı seslere kadar uzanmadığını görmüşlerdir. Bir başka ifade ile; basit bir şekilde, bu hastaların kısa süreli hafızalarının hasarlı olduğu söylenemez.
Çok depolu hafıza modeli yine benzer şekilde uzun süreli hafıza deposunu da basite indirgemiştir. Uzun süreli hafızamızda akıl almaz zenginlikte depolanmış malumat vardır. Bu malumatlar 2X2 = 4 ettiğine dair bilginizden bisiklete nasıl binileceğine, popüler şarkı sözlerine, tarih bilgilerine kadar çeşitlilik ve bolluk gösterir. Bütün bu çeşitli malumat şekillerinin tek bir uzun süreli depo içersinde aynı şekilde depolanmış olacağı fikri pek mantıklı gelmemektedir. Hafıza kaybı (amnezi) gösteren hastalar üzerine yapılan araştırmalar 2 veya daha fazla sayıda birbirinden farklı uzun süreli hafıza sistemleri olduğunu gösteren kuvvetli deliller vermektedir. Bu önemli teorik farklılıklar çok depolu modelde yer almamaktadır.
Çok depolu hafıza modelinin son zayıf noktası, tekrarın rolü ile ilgilidir. Bu modele göre uzun süreli hafızaya malumatın depolanması kısa süreli depodaki tekrar yoluyla olmaktadır. Kelime listelerinin serbest tarzda hatırlandığı çalışmalarda tekrar etme miktarı genellikle uzun süreli hafıza ile uygunluk içersinde olurken tekrarın oynadığı rolün önemi diğer öğrenme situasyonları düşünüldüğünde oldukça azalmaktadır. İnsanlar gazete veya hikaye okuduklarında genellikle okudukları malumatın bu kısmını uzun süreli depolarında alıkoyarlar, burada faal bir tekrar edişin genelde işe karıştığı söylenemez. Öğrenme işlemlerinde tekrar işe karışıyor olsa bile çok hızlı bir şekilde deneklere verilen birbiriyle ilişkisiz kelimelerin harfi harfine hatırlanması gerekliliği vardır. Dolayısıyla bu bulgulardan hareket ederek çok daha normal bir hafıza işleyişi hakkında tahminler yapılmasına sebep olamaz.

İŞLEYEN HAFIZA MODELİ

Çok depolu hafıza sistemi modelinin yukarıda özetlenen bazı eksikliklerini bertaraf etmek üzere yapılan çalışmalar arasında Baddeley ve Hitch' in (1974; Bkz. Eysenck ve Keane 1990) işleyen hafıza hipotezi dikkat çekicidir.
Baddeley ve Hitch kısa süreli hafıza ile ilgili teorilere yöneltilen eleştirileri tartışarak bu hafıza deposunun işleyen hafıza ile yer değiştirmesi gerektiğini ifade ederler. Bu işleyen hafıza modeline göre kısa süreli hafıza bir dizi birbirinden bağımsız alt sistemlerden oluşur. Buna göre; işleyen hafızayı dörde ayırmak mümkündür. 1) Çıktı veya bitiştirici ilmek sistemi: malumatın konuşma şeklindeki çıktısını bulundurur. Çıktı sisteminin 2 alt sistemden oluştuğu öne sürülür, buna göre pasif bir fenolojik depo, konuşma algısıyla doğrudan ilgilenir, bitiştirici bir süreç ise konuşmanın üretîlmesiyle bağlantılıdır. Kelimeler ile ilgili fonolojik (konuşma temelli) bilgi, fonolojik depoya doğrudan işitsel takdim vasıtasıyla veya dolaylı yoldan alt seslerin bitiştirilmesi vasıtasıyla ya da uzun süreli hafızada depolanmış fonolojik malumat vasıtasıyla dolaylı olarak gelir. 2) Girdi Sistemi: çok az bir süre önce konuşulan malumatı elinde bulundurur. 3)Mekânsal ve/veya görsel kodlama üzerine uzmanlaşmış ve bu malumatı elinde bulunduran sözel olmayan bir sistem. 4) Genel amaçlı merkezi yürütme sistemi: malumat türlerinin hemen hepsini tertipler.
Eğer deneklerden, 6 rakamı akılda tutmaları ve bu esnada eş zamanlı olarak verilen ve istedikleri sırada hatırlamaları istenen bir kelime listesi gösterilirse normal bir seviyede yenilik etkisi gösterirler. Yani listenin son itemlerini daha iyi hatırlarlar. Bu da yenilik etkisine aracı olan kelime listesinin akılda tutulan rakamın miktarından sorumlu olan sistemden bağımsız olduğunu gösterir. Buna destek olan bir başka bulgu da okumaya yeni başlayan ve başarısı düşük olan kişilerin başarısı yüksek olan yeni öğrencilerden daha az sayıda rakamı hatırladıklarına fakat diğer grupla aynı seviyede yenilik tesiri gösterdiklerine işaret eden araştırma bulgularından gelir (Byrne and Arnold, 1981).
Hileli, yenilik etkisinin girdi sistemine, rakam miktarının ise çıktı sistemine bağlı olduğunu öne sürer. Çıktı sistemi kapasitesinin 2 saniyede söylenebilen kelime sayısı ile eşit olduğu gözlenmektedir. Sistemin kapasitesi kelimeler arasındaki ses benzerliği vasıtasıyla düşmektedir.
Görsel kısa süreli hafıza hakkında bilinenler az olmakla birlikte bağımsız bir sistem olduğuna dair veriler vardır. Merkezî yürütme sistemi, çok depolu modeldeki sınırlı kapasitedeki dikkat sistemine çok benzerdir. Merkezî yürütme sistemin kapasitesi sınırlı olup, kognitif talepleri gerektiren işlerle uğraşırken kullanılır. Sözel olmayan sistem ile çıktı sistemi ise bu sistem tarafından özel amaçlar için kullanılabilen köle sistemlerdir. Ne yazık ki bu en önemli alt sistemle ilgili tam bir açıklık henüz elde edilememiştir. Sınırlı kapasitesi olduğu ifade edilmekle birlikte ne kadar olduğu henüz ölçülememiştir. Ayrıca bu alt sistemin göz veya kulak gibi alıcılardan bağımsız işlediği ve sayısız prosesleme işleminde kullanıldığı iddia edilmektedir. Ama işleyişi üzerinde kesin bir açıklık henüz yoktur. Girdi sistemi; karmaşık cümlelerin kısmen analiz edilmiş şekillerini, merkezi yürütme sistemi ileri analizlerini yapıncaya kadar, kısa bir süre alıkoyarak bu gibi cümlelerin anlaşılmasına yardım ediyor olabilir. Bu sebeple muhtemelen girdi sistemleri hasarlı olan Shallice ve Warrington'un hastaları karmaşık cümleleri anlamada zorluk çekmektedirler.

UZUN SÜRELİ HAFIZA

KODLAMA

Kendilerine kullanmaları için özel bir talimat verilmemiş olmasına rağmen denekler kelime listelerini öğrenmek için zihinsel görüntüleme tekniğini bir ipucu sağlama vasıtası olarak kullandıklarını sık sık ifade ederler. Dolayısıyla denekler öğrenme ve hatırlamada zihinsel görüntüyü kullanmanın sağladığı yararların farkındadırlar. Deney düzenine özellikle böyle bir talimatın verilmesiyle performansın dramatik seviyelerde yükselebileceği öne sürülmektedir. Zihinsel görüntüleme metotlarından biri hafıza terbiyesi (mnemonic) yoludur. Bu metot Eski Yunan'dan bu yana kullanılmaktadır. Bu metotta âşinâ olunan bir oda ve mekanın görüntüsü zihinde şekillendirilir ve hatırlanması gereken itemler bu görüntüde ayrı ayrı özel yerlere yerleştirilir. Hatırlama esnasında görüntü taranır bu özel yerler aranır ve bu yerle birleştirilmiş olan itemler tespit edilir.
Hafıza terbiyesi metodunda sözel materyaller zihinsel bir görüntüye imkan verebildiği ölçüde kullanılabilir. Doğal olarak özel bir kelimenin doğurduğu zihinsel görüntüleri değerlendirmenin ve kelimelerin görüntülenebilirliğini mukayesesi için doğrudan bir deneysel yol yoktur. Bu sebeple mecburen bu bulgular, deneğin kendi sübjektif ifadelerine dayanır. Bununla beraber serbest hatırlamada görüntülenebilirliği yüksek olan soyut kelimeler, tanımada görüntülenebilirliği düşük olan soyut kelimelerden daha iyi hatırlanmaktadır. Paivio (Paivio ve Csapo 1969) ikili kodlama teorisinde sözel ve zihinsel görüntüleme sistemlerinin birbirinden farklı olduğunu varsayar ve zihinsel görüntülenebilirliği yüksek olan soyut kelimelerde gözlenen iyi hafızanın, bu iki ayrı sistemde de ayrı ayrı kodlanmış olmasına atfeder. Düşük olanların ise muhtemelen sadece sözel sisteme kodlanmış olduğunu iddia eder. Bu teori olumsuz eleştirilere mâruz kalmıştır.
Kelime listelerinin hatırlanmasında uzun süreli hafızanın da tıpkı kısa süreli hafızaya benzer sınırlan olduğu fikri 1960' larda gelişti. Mandler (1967; Bkz. Gregg, 1987), uzun süreli hafıza deposunun bir üst sınırı olduğunu söyler ve bunun üstesinden sayısal item listelerinin işlevsel birimler halinde düzenlenerek veya chunk işlemine tutularak gelinebileceğini öne sürer. Mandler deneklerinden random olarak seçilmiş kelimeleri, herhangi bir kavramsal ilişkiye uygun düştüğünü düşündükleri alt gruplara ayırmalarını istemiştir. Sonra denekleri serbest hatırlamaya tabî tuttuğunda hatırlanan kelime sayısının ayrıştırılan alt grup sayısı ile birlikte arttığını ama bu artışın alt grup sayısı ile birlikte arttığını ama bu artışın yaklaşık 7 gruba kadar sürdüğünü bulmuştur.
Tıılving ve Pearlslone (1966), 7 chunk'ın hatırlanabilmesini; her chunk isimlemlirilirsc (bitkiler, madenler gibi) ve hatırlamada bu isim bir ipucu olarak kullanılırsa ortaya çıkacağını öne sürerler. Dolayısıyla Mandlcr' in iddiasının aksine bu araştırmacılar hatırlamadaki sınırın malumatın depolanmasında olmayıp, geri getirilmesinde olduğuna dair bulgular tespit etmişlerdir.
Craik ve Lockhart (1972)' in geliştirdiğe prosesleme safhaları görüşüne göre dayanıklı bir hafıza ve onun özellikleri doğrudan malumatın proseslendiği seviyelere bağlıdır. Dolayısıyla bir uyaranın proseslenme seviyesi veya derinliği onun hatırlanabilirliğini büyük ölçüde belirler. Malumat ne derece derinlemesine proseslenirse (dolayısıyla kodlanırsa) o derece daha yavaş unutulur. Bir başka ifade ile, kodlama bu görüşe göre itemin takdimi ile birleştirilen kognitif faaliyetlerin yapısına bağlıdır. Hatırlanacak olan item materyalinin ses, harf yapısı, sayısı gibi fiziksel özelliklerinin yüzeysel olarak proseslemesinden ziyade onun anlama dayalı kognitif esaslı bir derin proseslcmeye tabî tutulması, hatırlanabilirliğini arttırır.
Craik ve Lpckhart (1972) derinlik prosesle meşinin yüzeyselden, daha uzun sürede tamamlanacağını öne sürerler. Nitekim Craik ve Tulving' in (1975) araştırma bulguları da bu yöndedir. Deneklerinden verdikleri bir dişi kelime hakkında sorulan sorulan cevaplamalarını istemişler ve daha sonra deneklerini bu kelimeler üzerinden beklenmedik bir hatırlama testine sokmuşlardır (Tesadüfi öğrenme). Deneyde 4 tür soru vardır. 1) Yapısal görsel temelli bir soru (meselâ; verilen kelime büyük harflerle mi yazılı?) 2) Fonolojik bir soru (meselâ; verilen kelime "ağırlık" kelimesiyle kafiyeli midir?) 3) Kategorik bir soru (meselâ verilen kelime bir balık türü müdür?) ve 4) Anlama yönelik bir soru (meselâ; verilen kelime şu boşluğa girer mi: "Onunla——— giderken karşılaştı") Deneklere süpriz bir şekilde verilen hatırlama testinde, deneklerin evvelce görmüş oldukları kelimeler, aynı sayıda yeni(kelimelerle birbirine karıştırılmış şekilde takdim ediliyordu. Hatırlamanın, kodlamanın derinliği arttıkça gelişme gösterdiği görülmüştür; en kısadan en uzun süreye doğru cevaplananlar; yapısal, fonolojik, kategorik ve anlamsal proseslemeler olmuştur. Sorulara verilen cevap "evet" olduğunda hatırlama, "hayır" olduğundaki durumdan daha iyi seviyede olmuştur.
Derinlik proseslemesinin etkileri sözel uyaranlar kadar sözel olmayan uyaranlar içinde hafızaya uygulanır. Meselâ deneklere, gösterilen resimlerin onlara ne mana ettiği sorutursa, daha sonra bu resimleri hatırlama performansları artmaktadır. Genel olarak uyaranların açıklanışı üzerinde durulursa onlara bir anlam atfedilirse tanıma ve hatırlama seviyelerinin daha da yükselmesi söz konusudur.
Craik ve Lockhart'ın modelinde uyaranların daha anlamsal kodlanışı, daha derin proseslemelere karşılık gelir bu da bu uyaranların daha uzun süre hatırlanmasına yol açar. Çünkü anlamsal özellikler daha yavaş unutulur. Bu modelde ayrıca 2 tür tekrar olduğu da iddia edilmektedir. Tekrar, uyaran artık ortadan kalktığında malumatın proseslenmesinin devam etmesidir. Tekrar, halihazırda bitmiş proseslemeyi muhafaza etme şeklinde olabilir (koruma tekrarı) veya halihazırda tamamlanmış proseslenmeyi incelikle işleme şeklinde olabilir ki buna daincelikle işlcyici tekrar adı verilir. Craik ve Lockhart' a göre derinlik proseslemesine ilâveten işleyici tekrar, hafızayı güçlendirir. Craik ve Tulving (1975) yaptıkları deneyde deneklerine yüksek, orta ve düşük karmaşıklık seviyelerinde olan cümle çatıları vermişler ve onlardan bu cümlelere eşlik eden hedef kelimelerin cümleye uyup uymadığına karar vermelerini istemişlerdir. Kullanılan cümle çatıları şöyle örneklenebilir: Düşük karmaşıklık seviyesi: "Ayşe ....... düşündü". Orta seviyedeki: "........ çocukları korkuttu". Yüksek seviyede: "Büyük kuş yükseklerden dalış yapıp, çırpınan .....'... yakaladı". Her seviyede 20 çatı olmak üzere 60 kelime üzerinde karar verme işleminden sonra kendilerinden bu kelimeleri hatırlamaları istenmiştir. Deneklerin karmaşık cümlelerde verdikleri doğru hedef kelimeleri hatırlamaları, yanlış olanlardan daha uzun bir süre almıştır. Yanlış veya doğru kelimeler seçilmiş olsa da hepsi karmaşıklık seviyesi yüksek cümleler olduğundan burada işleyen derinlik prosesinin yanısıra etkili olanın işleyicilik olduğu görülmektedir.
Derinlik proseslemesi formülünün özgün hali eleştirilere uğramış ve daha sonra birtakım tadilata tabiî tutulmuştur. İlk zorluklardan biri derinlik kavramıydı. Bu kavramın arkasındaki varsayım malumatın duyu organlarına varmasından sonra proseslemenin bir sıra takip ediyor olmasıydı. Daha sonra proseslenen özellikler daha derin seviyede kodlanmaktadır. Fakat Craik ve Tulving' in (1975) çalışmasında kelime yapısı ile ilgili bazı sorulara deneklerin tepki sürelerinin yavaş ve ilgili hatırlama seviyelerinin düşük olduğu, bunun aksine kelime manasını kapsayan sorulara ise daha hızlı tepkide bulundukları gözlenmiştir. Dolayısıyla daha derin kodlamanın daha iyi hafızaya yol açacağı şeklinde bir derinlik tarifi onu kısır bir döngüye sokabilir. Bunun sonucu derinlik kavramından ziyade kodlamanın niteliksel özellikleri üzerinde (hangi özelliklcr başarılı bir hatırlamaya niçin sebep oluyor üzerinde) önemle durulmaya başlanmıştır. Anlamsal özellik kodlanmasının iyi hatırlandığına inanılmakla birlikte bu anlamsal özelliklerinin fiziksel özelliklerinden daha yavaş unutulduğuna dair kesin bir delil yoktur. Öyleyse niçin anlamsal özellikler daha yavaş unutuluyor ve kodlanmalar niçin onların daha iyi. hatırlanmalarına yol açıyor?

Bunun cevabı anlamsal kodlamanın ilgili hatırayı onunla yarışan diğer hatıralardan daha ayırdedici yapmasıdır. Bu durum anlamsal yönelimli sorulara verilen olumsuz cevapların niçin hafızaya fazlaca yardımı olmadığını açıklamaktadır. Mesela köpek kelimesini "bir çeşit gıda olmadığı" şeklinde kodlamak onu, diğer yarışanlarından ayırdedici kılmaz ama ev hayvanı olarak kodlamak onu ayırdedici yapar. Bir uyaranın anlamsal kodlaması onun hafızadaki diğer itemlerden, fenomenal veya yapısal olarak kodlanmasından çok daha başarılı bir şekilde ayırdedilmesine yol açar.
Moscovitch ve Craik (İ976), Jacoby (1974) ve Eysenck ve Eysenck (1980) anlamsal kodlamayla derinlik proseslenmesinden geçmiş olan bir materyal kaydının, yüzeysel olan yapı proseslemelerinden geçmiş olan kayıtlarıyla karıştırılma ihtimalinin düşük olduğunu ifade ederler
Bununla birlikte derinlik proseslemesinin neden etkili olduğu hâlâ ayrıntılı olarak cevaplanmamıştır. Bu modelin halihazırda en büyük eksikliği de zaten onun, proseslemede neler olduğunu açıklamaktan çok tasvire yönelik olmasıdır.(psikoloji zihinsel süreçler bilimi/sibel arkonaç 1993)
Anlamlı bağlantılar eklenmesinin bellek için güçlü bir yardımcı olduğu çok sayıda deneyde gösterilmiştir. Bir çalışmada, sonraki bir sınavda bir çiftin ilk terimi (uyaran) verildiğinde, bu çiftin ikinci terimini (tepki) verebilmeleri için deneklerden sözcük çiftlerinden oluşan uzun bir listeyi ezberlemeleri istenmiştir. Ezberlenmesi gereken çiftlerden biri "at-masa" ise, sonraki sınavda uyaran olarak "at" terimi verildiğinde deneğin "masa" karşılığını vermesi gerekir. Her çiftteki terimler arasındaki ilişki anlamsızdır. Bir grup deneğe her bir sözcük çiftini ezberlemek için bu terimlerin her ikisinin de kullanıldığı bir cümle düşünmeleri talimatı verilmiştir, örneğin "at-masa" çifti için, denekler "At masayı çifteledi" cümlesini düşünebilirler. Böylece her cümle, çiftteki terimleri anlamlı bir şekilde ilişkilendirmiş olur. ikinci grup kontrol grubudur, listeyi öğrenmek için kendi haline bırakılmıştır. Kontrol grubu sözcük çiftlerinin yalnızca % 35'ini hatırlarken, cümle kurması söylenen grup sözcük çiftlerinin yaklaşık % 75'ini hatırlamıştır.
Birbiriyle ilişkisi olmayan harf ve sözcüklerden cümleler oluşturmak, sözel materyale anlamlı bağlantılar eklemenin tek yolu değildir. Bir diğer yol imgelem kullanmaktır. Yukarıda betimlenen deneyin bir başka çeşidinde, ilk gruba her bir kelime çiftini, iki sözcüğü ilişkilendiren görsel bir imge oluşturarak ezberlemeleri söylenmiştir sözgelimi, bir masanın üzerinden atlayan bir at imgesi gibi. Bu deneyde de ilk grup, kontrol grubundan yaklaşık iki kat daha fazla sözcük çifti hatırlamıştır. Demek ki, anlamlı bağlantılar eklemek için imgelerin ya da cümlelerin kullanılması belleğin iyileşmesine yol açmaktadır.
Sözel materyali uzun süreli belleğe kodlamanın en baskın yolu anlam olmasına karşın, zaman zaman başka yönleri de kodlarız. Örneğin, bir şiiri ezberleyip kelimesi kelimesine aktarabiliriz- Bu gibi durumlarda, yalnızca şiirin anlamını değil, aynı zamanda sözcüklerin kendisini de kodlamış oluruz, Uzun süreli bellekte aynı zamanda işitsel kodlar da kullanabiliriz. Telefonu açtığınızda karşı taraf "Alo" diye karşılık verdiğinde genellikle sesi tanımamızı Bunun için o kişinin sesini uzun süreli belleğinizde kodlamış olmanız gerekir! Tatlar ve kokular da aynı seki 1de uzun süreli bellekte kodlanır. Demek ki, uzun süreli bellekte gerçekleşen kodlama kısa süreli bellekte olduğu gibidir: Sözel materyal için tercih ettiğimiz bir kod vardır-uzun süreli bellek için anlam, kısa süreli bellek için işitsel kod, ancak bunun yanı sıra başka kodlar da kullanılabilir.
Gene de anlamlara göre kodlama bellekte en iyi sonucu veriyor gibi görünmektedir. Anlam daha derin ya da daha geniş bir şekilde kodlandığında bellek daha iyi olacaktır. Bu nedenle, ders kitabında belirtilen bir noktayı hatırlamak zorundaysanız içerilen tam sözcükler üzerinde yoğunlaşmaktan çok, dikkatinizi bunun anlamına yoğunlaştırmanız daha iyi olacaktır. Bu noktanın anlamını daha derinlemesine ve uzun uzadıya düşündüğünüzde daha iyi hatırlarsınız.(psikolojiye giriş 1/morgan 1998)

KODLAMADA KİŞİSEL FARKLILIKLAR VE NORMAL ÜSTÜ HAFIZA

Hafıza teörisyenlerinin bir çoğu erpisodik hafıza ile semantik hafızayı birbirinden ayırdeder. Mesela Tulving'in öncülüğünü yaptığı bu ayırıma göre semantik hafıza sözcüklerde,ansiklopedilerde bulunan türden belli bir metne bağlı olmayan malumatlar içindir. Hayat tecrübelerinden soyutlandırılmış bir hafızadır. Mesela Arnavutluğun başkenti' hin Tiran olduğunu hatırlayışımı semantik hafızadır. Bunun aksine episotik hafıza otobiyolojik malumat ve olaylar içindir ve ortaya çıktığı bağlamla tarif edilir. Birkaç dakika önce gösterilmiş olan bir kelime listesine ait hafıza bu kelimelerin çerçeve ve tarif edildiğinden, episodiktir.
İnsanların semantik ve episodik hafızalarında çok büyük bireysel farklılıklar vardır. Bu farklar genel olmaktan ziyade özel türde farklılıklardır; mesela bir kişinin genel olarak hafızası iyi veya kötü olabildiği gibi yüz, isim veya renk hafızası iyi veya kötü olabilir. Hermann ve Neisser'in (1978) öğrencilerine verdikleri hafıza soru varakasından elde ettikleri sonuçlara göre bir genel faktörün yanısıra; yapılan konuşmalarla, görülecek işlerle ilgili hafızaları kapsayan bir dizi özel hafıza faktörleri vardır (Lloyd ve Mayes, 1990). Hafızadaki bu kişisel farklılıkların sebepleri çok az anlaşılabilmekle birlikte en önemli faktör muhtemelen kodlamanın etkinliğidir.
Kişisel farklılıklar muhtemelen iki türlüdür. Birincisi, karmaşık malumat proseslemesinin büyük bir kısmı yeni kprteksin çeşitli kısımlarınca yürütülür, bu bölgeler aynı zamanda muhtemelen bilgiyi de depolamaktadır. Bu bölgelerin fizyolojik işlevlerinin farklı görevleri olabilir ve bu görev, kodlanan farklı türde malumatla birlikte tayin ediliyor olabilir. Mesela bir bölgenin fizyolojik işlevi rengin kodlanışının tayini olabilir, bir başka bölge ise yüzü kodlayabilir. Yüz hafızasıyla, renk hafızası ayrı iki hafıza faktörü gibi gözükmektedir, ikincisi, bu bölgelerin kodlarındaki farklı işlevleri ile kodlanan materyalin hatırlanışı bu materyali öğrenen kişinin kodlamada müracaat edebileceği bilgi deposunun zenginliğine bağlıdır. Eğer herhangi bir şey hakkındaki malumatınız çoksa onunla ilgili yeni malumatın ayırdedici kodlamasını çok hızlı idare edebilirsiniz. Meselâ usta satranç oyuncuları çok kısa açılımlardan sonra anlamlı satranç pozisyonlarını akıllarında tutabilirler. Bu kabiliyetleri, vasat satranç oyuncularından çok daha üstündür. Ama bu ustaların genel olarak ve bu manalı satranç pozisyonları için olan hafızaları vasat olanlardan daha üstün değildir. Vasat olanlardan farkları, onların satranç bilgilerinin çok geniş olmasıdır. Bu geniş bilgi havuzu, ustaların yeni "oyunları" çok hızlı bir süratle kavrayıp açıklayabilmelerini sağlamaktadır.
Malumat materyalinin anlamlı açıklamaları üzerine kurulu incelikle işlenmiş kodlamanın iyi hafıza habercisi olması gibi, yüksek zekânın da mükemmel hafızayla bazı bağlar göstermesi hiç de şaşırtıcı değildir. Mesela yüksek sözel kabiliyetli deneklerin şaşırtıcı hafızalarının üstün olacağı ama diğer türdeki materyallere ait hafızalarının üstün olması gerekmediği öne sürülür (Hunt, 1978).
Yüksek sözel kabiliyeti olan deneklerin çok iyi kurulmuş semantik hafızalarından ilgili malumatları geri getirmede daha süratli davrandıkları gözlenmektedir. Semantik malumatın geri getirilişindeki böyle bir sürat, muhtemelen bu kişilerin hızlı ve ayırdedici şekilde kodlama yapmalarını mümkün kılan önemli bir faktör olsa gerektir. Eysenck (Eysenck, Keane, 1991), yüksek sözel kabiliyeti olan deneklerin incelikli kodlama için çok hızlı bir sürati gerektiren görsel bir takdimde bile üstün bir rakam miktarı göstermeye devam ettiklerini ifade eder ve bunu kolaylaştıranın ise bu kişilerin sahip oldukları nispeten daha büyük bir dikkat kapasitesi olduğunu öne sürer. Fakat burada görsel mekân kabiliyetinin mekân hafızasını tahmin etmede bu kadar başarılı olmadığını da belirtmek gerekir. ilgili zekâ kabiliyeti ile geçmiş bilgiler, kodlamanın etkisini tayin etmekle birlikte, özel malumatın kodlaması eğitilebilir bir maharet olarak da ele alınabilir.
Mizaç ve psikopatoloji öğrenme esnasında neyin ne kadar kodlandığını etkileyebilir, fakat son yıllarda elde edilen bulgular biraz karmaşıktır (Eysenck ve Keâne 1991). Meselâ kaygılı (anksiyeüli) kimselerin semantik proseslenmeye daha az bağlandıkları iddia edilirdi ama araştırmaların çoğu yapısal ve semantik özelliklerin kodlanmasında aynı etkiyi göstermektedir. Ya kaygı genel olarak incelikli proseslemenin miktarını azaltıyor ya da depolanan malumatla beraber bu proseslemenin gücünü azaltıyor. Kaygı bu azalmayı, dikkat kapasitesinin etkinliğini düşürerek yapıyor olabilir. Depresyonun da incelikli kodlamayı azalttığı ifade edilmekteydi, bunu belki de motivasyon üzerindeki etkisi yoluyla yapmaktadır. Keza şizofreninin sözel hafızayı engellediği öne sürülmekteydi. Bu engellemenin kognitif verimdeki düşüşün bir sonucu olmasına rağmen engellemenin bir kısmının bu kognitif kayıplar hesaba katıldığında bile varlığını sürdürdüğü ifade edilmektedir. Bu sebeple kodlama ve geri getirme gibi depolamada bazı şizofrenler de hasarlı olabilir

HAFIZADAN BULUP GERİ GETİRME

Tulving hafızadan istenilen malumatın, yokluğu sebebiyle hatırlanamamasını; var olan malumatın depodan geri getirilememesi sebebiyle hatırlanamamasından ayırır. Tulving' in terimlerine göre hafızadaki malumatın elde edilebilirliği ile onun kolay bulunabilirliğini ayırdetmek gereklidir. Tulving'in bu ayrımın gerekliliğini ortaya koyduğu bir seri araştırma, bir keresinde hatırlanamayan itemlerin daha sonraki bir zaman zarfında ipuçlarının yardımı ile veya yardımı olmaksızın hatırlanabildiğim göstermiştir. Tulving daha önce hatırlanılmamış olan itemlerin yardım görmeksizin ikinci sefer hatırlanışım gösteren bir deneyinde, deneklere tek bir kelime listesi vermiş ve onlardan bu listenin tamamını hatırlayabilmeleri için 3 hak tanımıştır. Her denemede (hak) listenin ancak yarısı hatırlanmakla birlikte hatırlanan kelimeler her defasında birbirinden farklı olmuştur. Böylelikle bir denemede hatırlanan kelimeler, diğerlerinde hatırlanmamıştır. Bu durum doğaldır ki depodaki kayba atfedilmez, çünkü önce hatırlanamayanların tekrar ortaya çıkması mümkün olamazdı. Öyle ise bu itemler hafızada elde edilmesi mümkün, fakat kolay bulunamayan itemler olması gerekir. Deneyden elde edilen bir başka bulgu da; hatırlanan itemlerin farklı olmakla birlikte sayıca hemen hemen sabit olmasıdır. Dolayısıyla en azından bazı şartlarda geri getirme sürecinin bir sınırı olduğu söylenebilir tek bir denemede belli bir sayıda iteme ulaşılabilmektedir.
Tıılving ipucu ile hatırlamanın ancak bu ipuçlarının öğrenme esnasında kodlanmış olması durumunda gerçekleşeceği hipotezini ortaya atmıştır. Tulving ve Pcarlstone (1966) deneklerine 24 tane hatırlanacak kelimeyi (HK), ya tek başına (mesela ET) vermiş ya da hatırlanmasına yardım edebileceğini söylediği ortaklığı zayıf bir kelime (şişman ET) ile birlikte vermiştir. HK kelimelerin tek başına verildiği denek grupları ya serbest hatırlama ya da zayıf ortaklı kelime ipuçları ile birlikle jeste tabiî tutulmuştur. Ortak kelimeler verilen denek grubu, ipucunun verilmediği, aynı ipucunun verildiği (şişman) veya başka bir zayıf ipucunun (ayak) verildiği şartlarda hatırlama testine tabii tutulmuştur. Sonuçlara göre eğer kodlama ve geri getirme esnasında aynı ipucu verilmişse veya ipucu yoksa hatırlama başarısı iyidir. Ama kodlama ve test ortamı, ipucuna göre değiştiğinde performans düşmüştür. Bu sonuç geri getirme esnasında ikmal edilen bir ipucunun etkisinin kodlama esnasındaki' yarlığına bağlı olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla özel geri getirme ipuçlarının hatırlamaya yardımcı olması ancak ve ancak bu ipuçlarıyla ilgili malumat ve hatırlanacak olan kelimeyle ilişkisi kodlama esnasında hatırlanacak kelime ile beraber harekete geçirilirse gerçekleşir. Bu hipotez, kodluma özelliği hipotezi olarak bilinir.
Ayak, şişman gibi ipuçları kodlama ve geri getirmede kognitif ve çevresel bağlamların sadece bir bölümünü oluşturmaktadır. İpuçlarının yer aldığı çerçevenin diğer cepheleri eğer hatırlanacak kelimelerle birlikte kodlanırsa, bunlar da geri getirme ipuçları olarak hareket edecektir. Hatırlama ile kodlama arasındaki bu çerçeve değişecek olursa ipuçları kaybolacağından hatırlama performansı da düşecektir. Bu, çeşitli defalar yapılan araştırmalar tarafından doğrulanmıştır. Hatırlanacak materyali bir odada öğrenmiş, hatırlama testini ise bir başka odada yapan deneklerin hatırlama başarıları oda değiştirmemiş olan deneklere oranla daha düşük olmuştur.

SAKLAMA VE GERİ ÇAĞIRMA

Uzun süreli belleği ele alırken saklama ve geri çağırmayı bir arada düşünmemiz gerekir. Uzun süreli bellekte unutulanların çoğu, bilginin, kendisinin kaybolmasından çok bilgiye erişimin kaybolmasından kaynaklanıyor gibi görünmektedir. Yani zayıf bellek, saklama başarısızlığından çok geri çağırma başarısızlığını yansıtıyor olabilir. (Bunun, unutmanın saklama kapasitesinin aşılması sonucunda ortaya çıktığı, buna karşın geri çağırmanın aslında hatasız gerçekleştiği düşünülen kısa süreli belleğin tersi olduğuna dikkat edin.) Uzun süreli bellekten bir bilgiyi geri çağırmaya çalışmak, büyük bir kütüphanede bir kitabı bulmaya çalışmaya benzer. Kitabın (bilginin) bulunamaması, onun orada olmadığını göstermez; yanlış yerde arıyor olabilirsiniz ya da kitap yanlış yerleştirilmiştir ve bu nedenle de erişilebilir durumda değildir.
Günlük deneyimler bu görüşe pek çok kanıt sağlar. Herkesin bir olguyu hatırlayamadığı, ancak bu olgunun sonradan aklına geldiği olmuştur. Sınav sırasında belirli bir isim veya tarihi hatırlayamadığınız, sınavdan çıktıktan sonra aklınıza geldiği kimbilir kaç kez başınıza gelmiştir. Belirli bir sözcük veya ismi bir türlü hatırlayamadığımız "dilimin ucunda" deneyimi bir başka örnek olarak verilebilir (Brovvn ve McNeiI, 1966). Bir bellek araması sonucu nihayet doğru sözcüğü geri çağırana kadar (bu sırada bellek taranır ve doğru sözcüğe yakın, ancak yanlış sözcükler göz ardı edilir), kendimizi oldukça rahatsız hissederiz. Geri çağırma başarısızlığına daha çarpıcı bir örnek de bazı kişilerin hipnoz altında başka seki 1de hatırlamaları mümkün olmayan çocukluk anılarını hatırlayabileceklerini hissetmeleridir. Aynı deneyim psikoterapide de ortaya çıkar. Bu gözlemlerin hepsi için kesin deneysel kanıtlara sahip olmamamıza rağmen, bu gözlemler görünüşte unutulmuş olan bazı anıların aslında yok olmadığı izlenimini vermektedir. Yalnızca erişilmeleri zorlaşmıştır ve doğru geri çağırma ipucu ( bir anıyı geri çağırmamıza yarayabilecek herhangi bir şey) gerektirmektedirler.
Geri çağırma başarısızlığının unutmaya neden olabileceğine dair daha güçlü bir bulgu için şu deneyi ele alalım: Deneklerden uzun bir sözcük listesi ezberlemeleri istenmiştir. Sözcüklerden bazıları "köpek" ve "kedi" gibi spesifik hayvanların, bazıları "elma" ve "portakal" gibi spesifik meyvelerin, vb. isimlerinden oluşmaktadır. Bir gruba "hayvan", "meyve", vb. gibi geri çağırma ipuçları verilmiş, kontrol grubuna verilmemiştir. Geri çağırma ipuçları verilen grup, kontrol grubundan daha fazla sözcük hatırlamıştır. Sonraki bir testteyse, her iki gruba da geri çağırma ipuçları verildiğinde aynı sayıda sözcük hatırlamışlardır. Bu nedenle, hatırlama bakımından iki grup arasında başlangıçta bulunan fark, geri çağırma başarısızlığından kaynaklanıyor olmalıdır.
Sonuç olarak, geri çağırma ipuçları ne kadar iyiyse, bellek de o kadar iyi olmaktadır. Bu ilke, neden tanımaya dayanan bellek testlerinde hatırlama testlerinden genellikle daha başarılı olduğumuzu açıklamaktadır. Tanıma testinde, bize belirli bir bilgiyi (sözgelimi, "Mete Özel partide karşılaştığınız insanlardan biri miydi?) daha önce görüp görmediğimiz sorulur. Burada test sorusunun kendisi, bu bilginin belleğimizden geri çağırılması için mükemmel bir ipucudur. Buna karşın, hatırlama testinde çok az geri çağırma ipucuyla (örneğin, "Partide karşılaştığınız herkesin adını hatırlayın") bellekteki bilgiyi oluşturmak zorundayızdır. Tanıma testindeki geri çağırma ipuçları genellikle hatırlama testindekilerden daha yararlı olduğundan, tanıma testlerinde çoğu zaman hatırlama testlerinden daha çok başarı sağlanır (Tulving, 1974).
Unutmanın tek nedeni geri çağırma başarısızlığı mıdır? Böyle olduğunu söylemek güçtür. Bir kişinin bir şeyi hepten mi unuttuğunu, yoksa doğru geri çağırma ipucunu amaçlanan belleğe ulaştıracak olan ipucunu mu henüz bulamadığını nasıl söyleyebiliriz? öte yandan, Öğrenilmiş olan herşeyin hâlâ bellekte doğru ipucunu beklemekte oluşu olanaksız görünmektedir. Bazı bilgiler belki sonraki bilgiyi değiştirdiğinden, belki de zaman aşımından gerçekten depodan atılmış olabilir.
Geri çağırma başarısızlığı, uzun süreli bellekte gerçekleşen unutmanın tek nedeni olsun olmasın, başlıca nedeni olduğu kesindir, Bu nedenle, hangi faktörlerin geri çağırmayı artırdığını ve azalttığını bilmek şarttır.

HATIRLAMA VE UNUTMA

HATIRLAMA

Geri getirme genellikle deneklerin hedef malumatı hatırlayıp hatırlamadıkları veya onu tanıyıp tanımadıklarını tespit yoluyla değerlendirilir, İki safhalı hatırlama görüşüne göre hatırlama bir arama veya geri getirme sürecini kapsar. Geri getirilen malumatın uygun olduğu tespit edilir. Tanımada ise geri getirilen malumatın aranılan hedef olduğuna karar verilir. Bu görüşe gere hatırlama ancak; bir iteni geri getirilir hem de tanınırsa meydana gelir yani iki süreci kapsar, tanıma ise sadece tek bir süreci, karar vermeyi kapsar. Hedef itemler, hatırlama testlerinden çok tanıma testlerinde tespit edilebilmektedir. Bu manada tanıma testlerinin daha kolay olduğu söylenebilir (çoktan seçmeli test tarzındaki imtihanların, yazılı imtihanlardan daha kolay olmasının sebebi budur). Bu iddiaya göre hatırlama ve tanımayı laikli şekillerde etkileyen değişkenler vardır ve hatırlama her zaman tanımadan daha iyidir.
Hatırlama ve tanımayı farklı şekillerde etkileyen çeşitli değişkenler vardır. Her zaman kullanılan kelimeler nispeten daha az kullanılan kelimelerden daha kolay hatırlanır. Günlük veya az kullanılan kelimelerden oluşan listeleri alan deneklerin hatırladıkları kelime sayısı, günlük kullanılan kelimelerden yana ağırlık oluşturacaktır ama bunun yanısıra az kullanılan kelimelerin pofumu daha, sonra tanıyacaklardır. Bu durum kelime sıklığının etkisi olarak bilinir ve genellikle iki safhalı geri getirme görüşüne göre şöyle ayıklanmaktadır. Günlük kelimeler arasındaki bağlantı kodlarım islemek daha kolaydır (tespitte yardımcıdır ve bu sebeple hatırlanır) bunun aksine daha az kullanılan kelimeler daha ayırdedicidir (karar vermede yardımcıdır bu sebeple tanınır). fakat bu iddialara dair çok az delil vardır. Tanıma ve hatırlamayı farklı etkileyen ikinci bir değişken öğrenme niyetidir. Meselâ bir kelime listesinin olağan taraması; maksatlı bir öğrenme görevim takıl) eden bir tanımayı çok az engellerken hatırlamayı çok kötü engeller.
Tanıma çok az engellenir, çünkü kısmen tekrarla korunması onun aşinalığım arttırır ama bunun hatırlamaya olan etkisi ya azdır veya hiç yoktur. Aşinalık arttıkça tanıma artacaktır (Mandler, 1980). Maksatlı olarak öğrenilen materyalle aşinalık (tekrar yoluyla) arttıkça denek itemı tanıdığı kararını daha hızlı verir. Aşinalık az olduğunda ise denek uyaranın hatırlanması gerekmeyen bir item olduğu katarına daha çabuk varacaktır.
Tanıma ve hatırlamayı farklı etkileyen üçüncü bir önemli değişken ise öğrenme stratejisidir. iteneklerin kendilerine öğrenmeleri için verilen materyali daha sonra bir hatırlama veya bir tanıma testine tabî tutulup tutulmayacağına, dair beklentilerine bağlı olarak farklı şekillerde ödendikleri görülmektedir. Hatırlama testine tabi tutulacağım zanneden bir grup denek ile tanıma testine gireceğini zanneden diğer denek grubunun gösterdikleri performans, deneklerin bekledikleri yönde teste tabî tutulduklarında daha iyi olurken aksine yönde bir teste girdiklerinde ise daha kötü olmuştur. Eger tanıma ve hatırlamada kodlama birbirine uyar şekilde yapılıyor olsaydı her iki teste de deneklerin başarıları benzer olurdu. Bu sebeple tanıma ve hatırlama seviyelerinin halen düşük bir korelasyon gösterdiği ifade edilmektedir.
Tanıma ile hatırlamada rol oynayan süreçler şöyle örneklenebilir: gördüğünüz bir yüzü "tanımamızı o yüzü önce nerede ve ne zaman görmüş olduğunuza dair malumatı geri getirmemiz gerektirebilir. Ama insanın yüzünü hatırlamak, isim ve yüzleri hatırlamamıza yardımcı olacak bir ansiklopediye başvurmamızı gerektirir. Başka bir ifade ile hatırlama testleri hedefin bizzat kendisini, ilgili uygun özelliklerinden doğru arayıp bulmayı gerektirir. Tanıma ise hedef malumatın arka planında yer alan ilgili uygun önceliklerini arayıp bulmayı gerektirir. (Yabancı ülke insanlarının Atatürk'ü Türkiye ilgili bilgilerinden hareketle tanıyor olmaları, beri taraftan Türk'lerin bizzat onunla ilgili olay ve düşüncelerinden dolayı Atatürk' ü hatırlamaları ve dolayısıyla onu biliyor olmaları).
Mandler tanımanın ancak, hafızanın zayıf düştüğü bir anda geri getirmeyi kapsayabileceğini öne sürer. Deneklere birbiri ile ilişkisiz kelimeleri kategoriler halinde gruplara ayırmaları talimatını verdikten sonra onları sürpriz bir teste tabi tutmuştur. Verilen kısa aralıklar için, hatırlanan kelimeler ile gruplara ayırmada kullanılan kategorilerin sayısı arasında iyi bir korelasyon seviyesi gözlenmiştir. Bu sonuç hatırlamanın kayıt esnasındaki düzenleme organizasyonu vasıtasıyla geliştiği fikrini verir. Kısa bir sure içersinde kullanılan kategori sayısı verilen sine 5 haftaya ulaştığında çok kuvvetlenmektedir. Mandler bu sebeple hafıza zayıf okluğunda tanımanın, bir arama prosesini kapsaması sebebiyle kodlamadaki organizasyonel süreçlere bağlı olduğunu öne sürer, Hafıza kuvvetli olduğunda ise hatırlamanın bu tür bir arama sürecine ihtiyacı yoktur.

GERİ GETİRME ve YENİDEN İNŞA (RECONSTRUCTION)

Geri getirme, depodan hedef materyalin orijinalinin geri getirilmesine dayanır, ama bazen orijinal materyal olduğu gibi geri gelmez. Geçmiş ile ilgili bilgilerimiz bu materyali yeniden inşâ eder ve bu hâli ile geri getirilir.
Bartlett'e (1932) göre insan geçmişini, dünya ile ilgili kendi genel bilgi veya şemalarının yardımı ile yemden inşâ eder. Ona göre geçmişimizi, kendi genel beklenti bilgilerimizle uyuşacak şekilde özel hafıza izlerimizden harekede yeniden inşâ ederek hatırlarız. Ama bu arada bir talimin yaptığımız veya çıkarımda bulunduğumuzu hissetmeyiz. Hatırladığımızı duyumsarız (Spiro 1980).
Hatıraların yeniden inşâ edilerek hatırlanmasını açıklayan en etkili deney bundan 50 sene önce Bartlett' e yaptığı deneydir. Bartlett deneklerine, özellikle yabancısı oldukları kültürlerden alınmış bazı halk hikayeleri okutmuş sonra onlardan bu hikayeleri yazmalarını istemiştir. Deneklerin yazdıkları hikayeler özgün hallerinden oldukça farklılıklar göstermiştir. Bazı bölümleri atlanmış, bazı kısımları üzerinde fazlaca durulmuş ve yeni ilâvelerde bulunulmuştur. Kısacası denekler özgün hikayenin hafızadaki izleri üzerinden yeni bir hikaye inşâ etmişlerdir. Bu yeniden inşâ edilmiş hikaye, genel olarak unsurlarım özgün hikayenin kültürel kavramlarından çok deneklerin kendi kültürlerinden almıştır.
Bartlett'in yeniden inşâ edici hafıza hipotezi; geri getirmede dıştan gelen (extrinsic) bilgi ipuçlarının önemini vurgulama yoludur. Dıştan gelen bilgi ipuçları bizim bilgi kaynağımızdan üretilir ve genellikle geçmişi daha doğru bir şekilde yeniden elde etmemizi sağlar. Yeniden inşâ etmenin, geri getiriliş esnasında ortaya çıktığını göstermek gerekir. Çünkü inşaat esnasındaki bozulmaların yeni malumatın, hafızada ona uymayan şemaları kullanarak izah edilmesi sırasında ortaya çıktığı bilinmektedir (Mesela Bartlett' in denekleri özgün hikayedeki kano unsurunu kayıkla değiştirmiştir). Spiro (1980) bozulmaların öğrenme situasyonundan sonra ortaya çıkabildiğini göstermiştir. Deneklerine bir çift hakkında kısa bir hikaye okumuş bir iki dakika sonra tesadüf eseri olarak, bu çiftin evli olup olmadıklarına dair bir malumatı da eklemiştir, bu ilâve; hikayenin konusuyla ya tutarlı olmuş ya da ters düşmüştür. Hikayenin hatırlanışı 2 gün, 2 hafta ve 6 hafta arayla test edilmiştir. Daha uzun aralarda denekler uzlaştırıcı hatalar yapmışlardır. Hikayeye ters düşen kemleri hikayenin genel teması ile uzlaştırmalardır. Denekler, yaptıktan bu hataların doğru, olduğundan ve hikayede yer aldığını hatırladıklarından emin olduklarını ifade etmişlerdir. İlginç olan nokta ise deneyin başından beri bir hafıza deneyinde yer aldıklarını bilen deneklerde ise bu uzlaştırıcı hatalar gözlenmemiştir. Bu durum hafıza hatalarının korumalı laboratuar deneyi şartlarından ziyade günlük hayatta daha sık ortaya çıktığına işaret etmektedir.
Spiro'nun önemli bulgusu da bozulmaların, deneklerin özgün hikaye ile ilgili hatıraları zayıfladığı sırada ortaya çıktığıdır. Denekler işittikleri hikayenin konusu, onunla çatışan zıt bir malumatı (evli olma) işittikleri sırada veya aradan 2 gün geçtikten sonra değil, aradan daha uzun bir süre geçtikten sonra çarpılmışlardır. Bozulma sadece geciken bir süreden sonraki (2 hafta, 6 hafta) geri getirmelerde, özgün hikayenin hatırası zayıfladığında, ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla yeniden inşâ edici tarzdaki bozulmalar, özgün hafıza zayıflamaya başladığında ortaya çıkmakta, birkere ortaya çıktıktan sonra da muhtemelen özgün hatıradan ziyade bu yeniden inşâ edilmiş olan hatırlanmaktadır.
Bu yeniden inşâ etme hipotezi, hipotezin temelini oluşturan genel bilgi yapılarının belirsiz olması sebebi ile eleştirilere uğramıştır. Bu yapılar geçmişte neler olduğuna dair bir beklentiye yol gösteren herşey olabilir. Bu yapıların bir sinemaya, bir lokantaya veya bir arkadaşı ziyafete gitme gibi neler olup bittiğine dair bilgilerimizi kapsayan günlük notlara dayandırılmasının yanısıra yeniden inşâ, aynı zamanda, çok daha genel bilgilerimizin etkisi altındadır, bunlar, Bartlett' in şemalar nosyonu ile daha iyi tanımlanmaktadır. Birçok araştırma hafızamızın insanlarla ilgili değişmesi zor olumlu ve olumsuz kalıp fikirlerimizi oluşturan sterotiplerimizden (Türk'ler pratik zekâlıdır gibi) etkilendiğini göstermektedir.
Hafızanın yeniden inşa edici özelliği ile ilgili bu durum görgü tanıklığının bunun etkisi altında kalabileceğini göstermektedir. Loftus ve Palmer (1974) deneklerine zincirleme bir kazanın filmini seyrettirmişler ve sonra ne gördüklerine dair sorular sormuşlardır. Deneklerin bir kısmına "Arabalar birbirine girdiğinde yaklaşık kaç km hızla gidiyorlardı?" sorusu sorulurken diğer gruba da aynı soru sorulmuş fakat "birbirine girme" ifâdesi yerine "çarpıştığında" ifadesi kullanılmıştır. Üçüncü grup ise bu noktada sorgulanmamıştır. Sonuçlara göre "birbirine girme" ifadesi sürat tahmininin, "çarpışma" ifadesinden daha yüksek tutulmasına sebep olmuştur. Görülüyor ki sorudaki gizli malumat kazaya dair hatırlanacak olan materyali etkilemiştir. Bir hafta sonra bütün gruplara "Etrafta kırık camlar var mıydı" sorusu sorulmuş "birbirine girdiğinde" ifadesini dinlemiş olup yüksek sürat tahmininde bulunan grubun % 32'si kırık camlan gördüğünü söylemiş diğer iki grubun oranları ise yaklaşık % 13 olmuştur.
Loftus ve Palmer'in bu bulgularına ilâve başka yeni bulgular da vardır. Meselâ kişinin herhangi bir olayla ilgili hatırladıkları yeni malumatların verilmesiyle kolaylıkla değişebilmektedir. Bu bulguları yeniden inşâ süreci ile açıklamak için şöyle bir varsayımda bulunmak gerekir: özgün olayla ilgili hafıza izleri, sonradan gelen yeni malumatla birlikte bozulmamış şekilde eksiksiz depolanmış halde durur ve özgün olay, hafıza izlerini açıklamakta kullanılır. Bu "birlikle olma" hipotezi özgün değiştirilmemiş hafıza izlerinin yeniden elde edilebileceğini öne sürer, Loftus ise, bunun böyle işlediğine dair bulguların az olması sebebiyle hipotezi reddeder. Loftus aynı zamanda yeni gelen malumat yoluyla özgün izler içersinde birleştirildiğini dolayısıyla olayın özgün kayıtlarının ortadan kalktığını savunur ve buna alternatif değişme hipotezi adını verir.
Bekerian ve Bowers (1983) ise uygun test etme şartları sağlandığı takdirde özgün hatıraların yeniden elde edilebileceğini öne sürerler. Yaptıkları araştırmada şahit olunan olayla ilgili hafızanın; soruların sıra ve düzeni özgün olayın sıra ve düzeni ile eşleştirildiğinde yeniden elde edilebileceğini bulmuşlardır. Daha önceki kısımlarda da ifade edildiği gibi kodlama, esnasında yer alan çerçeve test situasyonunda yeniden kurulursa hatırlama ve tanıma performansı artmaktadır.

HATIRDA TUTMANIN ÖLÇÜLMESİ

İlk olarak bu konuyla ilgili terimleri ele alalım. Diyelim ki, bir şeyi mükemmel şekilde öğrendiniz. O anda, hatırlamanızın % 100 ve unutmanızın %0 olduğunu söyleyebiliriz. Birkaç saat veya gün sonra o konuyla ilgili bir hatırlama testi aldığınızda, ilk öğrendiklerinizin bir miktarını, örneğin % 75'ini unutmuş olduğunuzu görürsünüz. Bu olguyu şöyle de ifade edebiliriz: Bu durumda hatırlamanız % 25'dir. Şu halde, hatırda tutma (retention) ya da hatırlanan miktar, % 100 öğrenme ile unutulan miktar arasındaki farktır. Yüzde 100'den, hatırda tutma ya da unutma yüzdelerinden birini çıkardığımızda diğerinin yüzdesini buluruz. Bu altbölümde, bellek (memory), hatırlama (remembering), hatırda tutma ve unutma (forgetting) gibi çeşitli terimler kullanılacaktır. Ancak unutulmamalıdır ki, hangi terim kullanılırsa kullanılsın söz konusu olan şey, tam öğrenmeyi yaptığınız noktadaki % 100'lük düzeyden, daha düşük bir hatırda tutma düzeyine olan iniştir. Bu olayı betimleyen ve unutma eğrisi adını alan eğri üç teknikle elde edilebilir: hatırlama (recall), tanıma (recognition) ya da tasarruf (savings) teknikleri
Hatırlama Hatırda tutma ve unutmayı, hatırlama tekniğiyle ölçmek için, deneklerden sadece daha önce öğrendiklerini, yazarak veya söyleyerek tekrarlamaları istenir. Bu, psikologlar tarafından deneylerde en sık kullanılan tekniktir, örneğin, bu bölümde sözü edilen çiftler halinde öğrenme ya da serbest hatırlama deneylerinde, bu teknik kullanılmıştır. Kompozisyon ya da tamamlama türü sınavlarda kullanılan teknik de budur.
Tanıma tekniğini kullanan deneklere kıyasla, hatırlama tekniğini kullanan deneklerin hatırda tutma puanlan daha düşük olur. Çünkü bir şeyi hatırlama, tanımaktan daha zordur. Hatırlama tekniği daha düşük hatırlama puanlarına yol açtığına göre tanımayıölçmede çok duyarlı bir tekniktir; unutmanın başka tekniklerle gözlenemeyeceği durumlarda bile gözlenebilmesini sağlar. Bu sebepten dolayı hatırlama tekniği, kullanılması çok güç olmasaydı sınavlarda daima tercih edilirdi. Bu yöntem tanıma yöntemine göre daha çok vakit alır ve daha az güvenilirdir; çünkü, öğretmenlerin sonuçları inceleyip doğru olup olmadığına, biraz da öznel olarak, karar vermesini gerektirir. Kolay puanlamayı sağlamak için, geleneksel olarak çoktan seçmeli ya da doğru - yanlış türü sorular şekline sokulan tanıma tekniği, sınavlarda daha fazla kullanılır.
Tanıma : Tanıma tekniğinde denek, sadece sunulan cevabın doğru olup olmadığına karar verme durumundadır. Tanıma tekniğinin doğru - yanlış türü bir sınavda kullanılması durumunda öğrenci bir cevabın doğru olup olmadığını işaretler. Çoktan seçmeli sınavlarda ise, öğrenci birkaç seçenek arasından sadece birini seçme durumundadır.
Hatırlamanın ölçümünde kullanılan bu tekniğin üstünlüğü, kolay puanlamaya olanak sağlamasıdır, öyle ki, puanlayıcı bir cevap anahtarı düzenleyerek, elle bile birkaç dakikada yüzlerce cevabı değerlendirebilir. Bu teknik, büyük zaman ve emek tasarrufu sağlayan makina ile puanlamaya da elverişlidir. Tanıma tekniğinin aleyhinde iki nokta vardır, ilki, tanıma testinde, hatırlama testine kıyasla başarılı olmak çok daha kolaydır. Çünkü insanlar, genellikle doğru cevabı hatırlayamasalar bile, onu tanıyabilirler, ikinci olarak, bu teknikle deneklerin elde ; ettikleri puanlar şansın katkısıyla yükselebilir; zira hiçbir şey bilmeyen bir kişi bile, ;sırf şans eseri bazı doğru cevapları bulabilir. Bu yolla kazanılacak şans puanı seçenek sayısına göre değişir. Bütün bunlar dikkate alındığında, tanıma tekniğinin hatırlama tekniğine kıyasla çok daha az duyarlı olduğu ortaya çıkar.
Tasarruf : Tasarruf tekniği olarak anılan bu üçüncü tekniğin en önemli özelliği, daha önce öğrenilmiş olan malzemenin yeniden öğrenilmesidir.(relearning). Bu teknikte psikologlar ikinci öğrenmedeki tekrar (ya da hata) sayısını ilk öğrenmedeki ile karşılaştırırlar. Söz konusu iki sayıdan yararlanılarak, aşağıda görülen eşitlik kurulur:
Eşitlikten de çıkarabileceğiniz gibi, yeniden öğrenme için gerekli olan tekrar veya zaman miktarı küçükse, eşitliğin pay terimi daha büyük olacak ve tasarruf puanı % 100'e yaklaşacaktır. Diğer taraftan, yeniden öğrenme esnasındaki zaman veya tekrar sayısı fazlaysa, eşitliğin pay terimi daha küçük olacak ve tasarruf puanı sıfıra yaklaşacaktır. Farzedelim ki bir şiiri hiç hatasız olarak söyleyebilmeniz için 20 tekrar gerekti. Bir aylık aradan sonra ise, aynı şiiri gene hatasız olarak söyleyebilmeniz için bu kez 10'tekrar gerekti. Şu halde % 50 tasarruf olmuştur.
Tasarruf tekniğinin başlıca üstünlüğü, bir öğrenme durumunda hatırda kalan'ın ölçülmesinde son derece duyarlı oluşudur. Diğer tekniklerin hatırda tutma göstermediği durumlarda, bu teknik gösterebilir. Örneğin, bir hatırlama testinde kişi sıfır puan alabilir; bu da onun hiçbir şey hatırlamadığını gösterir. Oysa, aynı malzemeyi yeniden öğrenmesi istendiğinde kişi, ilk öğrenmede olduğundan çok daha az tekrara gerek duyabilir ki bu da onun öğrenmede tasarruf ettiğini gösterir.
Aslında, öğrenmede görülen bu tasarruf örgün eğitimin başlıca yararlarından biridir, öğrencilerin bir derste öğrendiklerini, dersin bitiminden birkaç ay veya birkaç gün sonra, hatırlama hatta tanıma tekniğiyle ölçmeye kalkmak büyük bir hayâl kırıklığına neden olabilir. öğrencilerin*derste öğrendikleri, daha sonra ele alınacak nedenlerden ötürü hızla kaybolur. Bu durum özellikle, ölçümün hatırlama tekniğiyle yapıldığı zaman söz konusudur. Oysa öğrenciler, hatırlayamadıkları bazı şeyleri yine de tanıyabilirler. Daha da önemlisi, unuttukları şeyleri ilk öğrenme durumuna kıyasla çok daha çabuk öğrenebilirler. Bu demektir ki, eğer gerekirse, bir zamanlar öğrenip artık pek hatırlayamadığımız bir şeyi çabucak yeniden öğrenebiliriz. Eğitim yıllarımızı yararlı yapan şey de, büyük ölçüde bu tasarruflardır.

UNUTMA

AZALMA TEORİSİ

Hafıza sistemini açıklamaya çalışan modellerin unutma ile ilgili belli bazı görüşleri vardır. Bu görüşlerden biri zamanla unuttuğumuzu öne sürer. Öğrenmeden sonra hafızanın hatırlama performansı zamanın bir fonksiyonu olarak bozulmaktadır. Bu fenomen, artık klasik olan Ebbinghaus'un çalışmalarında gösterilmiştir.
Ama zamanın kendi başına performanstaki değişiklikleri açıklayabilecek bir değişken olmadığını belirtmek gerekir. Geçen zaman, arkasında bir iz bırakan azalmaya fırsat verir. Thorndike, bu unutma teorisinin destekleyicilerindendi. Thorndike tekrar tekrar yapılan hareketlerin veya tekrar tekrar tecrübe edilen,olayların daha iyi öğrenilmiş olacağını ve bu sebeple de daha çabuk ve daha kuvvetli bir şekilde yapılacağını iddia eder. Hatırlamayı anlayabilmek için de alıştırma kanununu öne sürer. Hareketlerin veya olayların yapılma ve tecrübe edilme şıklığı azaldıkça bunların giderek zayıflayacağını ve sonunda kaybolacağını ifade eder. Bu hipotezin dayandığı iki noktadan biri tekrardır. Belli bir miktardaki tekrar, materyalin devamlı ve kalıcı surette öğrenilmiş olma ihtimalini arttırır. Diğer nokta; bir kemin hatırlanışının hareket (hatırlamaya olan aktif tepki) ile eşleştirilmesidir. Aslında bu nokta, azalma teorisinin ciddi problemler doğurduğu yerdir. Daha öncede ifade edildiği gibi bir itemin hafızadaki elde edilebilirliği ile kolay bulunabilirlik özelliklerim birbirinden ayırdetmek şarttır. Teoride bu ayırım; kullanılmama sebebiyle zayıflama şartlarına göre ele alınmamıştır. Teorinin bu belirgin zorluğu aynı itemin sadece belli bir situasyon ve zamanda hatırlanabilirken diğerinde hatırlanamaması olayını açıklayamamasıdır. Açıkçası hafıza; bazı sebeplerden birinci seferde bir itemi elde edemezken ikinci seferde elde edebilmektedir. Öğrenme ile ilgili deneylerden anlaşıldığı üzere öğrenilen materyal, araya giren bir zaman aralığı ertesinde daha iyi hatırlanabilmektedir. Hemen öğrenmeyi takiben verilen testte ise hatırlama performansı diğer ortama oranla düşük olmaktadır.
Keza çocuklukta ilgili hatıraların bazılarının hatırlanıp bazılarının hatırlanmamasının,hatırlamanın da olağan dışı hiçbir özelliğinin olmayışı bir başka örnektir. Bu durumda hafıza öğrenmeden bu yana geçen zamanın basit bir fonksiyonu olamaz. Dolayısıyla unutma fenomenini çalışan azalma teorisinin kabul edilebilirliği oldukça sınırlıdır.

UNUTMADA DUYGU-HEYECAN FAKTÖRLERİ

Buraya kadar geri çağırmadan mekanik bir işlemmiş gibi söz ettik. Peki ya duygu-heyecan faktörleri? Zaman zaman duygusal içeriği nedeniyle bir materyali geri çağırmada başarısız olmaz mıyız? Bu soru üzerine pek çok araştırma yapılmıştır. Bu araştırmaların sonuçları, duygu-heyecanların uzun süreli bellekten geri çağırmayı en az dört ayrı yolla etkileyebileceğini düşündürmektedir.
İlk akla gelen fikir, olumlu ya da olumsuz duygu-heyecanlarla yüklü durumları, nötr olanlardan daha çok düşünme eğiliminde oluşumuzdur. Heyecan verici anıları, daha sönük olanlardan daha çok tekrarlar ve organize ederiz, örneğin, şu ya da bu filmi nerede izlediğinizi unutabilirsiniz. Ancak, siz salondayken yangın çıkarsa bu olayı tekrar tekrar arkadaşlarınıza anlatır ve böylece bu olayı tekrarlamış ve! organize etmiş olursunuz. Tekrarlama ve organizasyonun uzun süreli bellekten geri çağırmayı iyileştireceğini bildiğimizden, araştırmacıların belleğin duygu-heyecan yüklü durumlar için diğerlerinden daha iyi olduğunu bulmaları şaşırtıcı değildir (Rapaport, 1942).
Bununla birlikte, bazı durumlarda olumsuz duygular, geri çağırmayı engeller. Çoğu öğrencinin en az bir kez yaşadığı şu deneyimi Örnek olarak verebiliriz:
Kendinize pek güvenmediğiniz bir sınava giriyorsunuz. Cevaplamak bir yana, ilk soruyu zorlukla anlayabiliyorsunuz. Panik belirtilen ortaya çıkıyor. İkinci soru gerçekten zor olmamasına rağmen, önceki soruyla tetiklenen kaygı buna da yansıyor. Üçüncü soruya baktığınızda adınız soruluyor olsa bile artık sizin için fark etmez. Hiçbir şekilde cevaplayamayacak durumdasınız. Tamamen panik içindesiniz. Belleğinize ne oluyor? îlk soruyla başa çıkamayışımız biraz kaygı yarattı. Kaygıya çoğunlukla "Sınıfta kalacağım", "Herkes ne kadar aptal olduğumu düşünecek" gibi yersiz düşünceler de eşlik eder. O zaman bu düşünceler, soruyla ilgili bilgiyi geri çağırma çabanız üzerinde bozucu etki yaratacaktır, belki de bu yüzden belleğiniz aniden çökecektir. Bu görüşe göre, kaygı doğrudan bellek başarısızlığına neden olmaz. Kaygı, yersiz düşüncelere neden olur ya da bu düşüncelerle ilintilidir ve bu düşünceler geri çağırma üzerinde bozucu etki yaratarak bellek başarısızlığına neden olur (Holmes, 1974).
Duygu-heyecanların bellek üzerinde üçüncü etkisi bağlam etkileri yoluylaolabilir. Daha önce de belirtildiği gibi bellek, geri çağırma bağlamı kodlama bağlamıyla örtüştüğünde en iyi durumdadır, öğrenme sırasındaki duygu-heyecan durumumuz bağlamın bir parçası olduğundan, bir materyali öğrenirken kendimizi üzgün hissediyorsak bu materyali gene kendimizi üzgün hissettiğimizde en iyi şekilde geri çağırırız. Bunun gibi duygu-heyecanla ilgili bağlam etkileri laboratuvar çalışmalarında kanıtlanmaktadır. Deneklerden bir hafta boyunca her gün duygu-heyecan yaratan her olayı kaydeden ve bunun olumlu mu, olumsuz mu olduğunu belirten bir günlük tutmaları istenmiştir. Bir hafta sonra denekler günlükleriyle laboratuvara gelmişler ve hipnotize edilmişlerdir (deneye katılan denekler, hipnotize olmaya oldukça yatkın olanlar arasından seçilmişti). Hipnozda deneklerin yarısında hoş bir duygu durum, diğer yarısında ise hoş olmayan bir duygu durum oluşturulmuştur. Deneklerin tümünden günlüklerine kaydettikleri olayları hatırlamaları istenmiştir. Hoş bir duygu durum içinde olan deneklerin hatırladıkları olayların çoğu yaşandığı sırada hoş olarak değerlendirilmiş, geri çağırma sırasında hoş olma-yan bir duygu durum içinde olan deneklerinse hatırladıkları olayların çoğu yaşandığında hoş olmayan şekilde değerlendirilmiştir. Beklenildiği gibi geri çağırma sırasında yaşanan baskın duygu-heyecan, kodlama sırasındaki duygu-heyecanla örtüştüğünde hatırlama en iyi şekilde gerçekleşmiştir (Bovver, 1981).
Buraya kadar duygu-heyecanın belleği etkileyebileceği, iyileştirebileceği ve geri çağırmayı engelleyebileceği üç yolu ele aldık. Bunların üçü de işlediğimiz ilkelere tekrar etme, bozucu etki ve bağlam etkileri dayanmaktadır, Duygu-heyecan ile bellek üzerine;dördüncü görüş olan Freud'un bilinç dışı kuramı yeni ilkeler ortaya atmıştır. Freud' a göre çocuklukta yaşanan bazı duygu-heyecanlar öylesine trajiktir ki, yıllar sonra bu yaşantıların bilince girmesine izin verilmesi, kişinin tümüyle kaygı altında ezilmesine neden olabilir. (Bu durum, kaygının tolere edilebildiği sınav örneğindeki duruma benzemez.) Bu tür travmatik yaşantılar ve sonradan bunlarla ilintilendirilen deneyimler bilinçdışında saklanır, yani bastırılır.Bu deneyimler, kendileriyle ilintili duyguların bir kısmı genellikle terapötik yollarla etkisiz hale geldiğinde geri çağırılabilir. Bu nedenle bastırma, geri çağırmanın nihai başarısızlığını göstermektedir; hedef anılara ulaşan yollar aktif bir şekilde bloke edilmiştir. Bu aktif bloke etme fikri, bastırma hipotezini daha önce öğrenmiş olduğumuz görüşlerden niteliksel olarak farklı kılmaktadır.
Bastırma, laboratuvarda da incelemek isteyeceğimiz oldukça ilginç bir fenomendir. Ancak pek çok girişimde bulunulmuş olsa da, bunu yapmanın zor olduğu görülmüştür. Laboratuvar da bastırmanın yaratılması için deneycinin aşırı derecede travmatik şeyler yaşayacak deneklere ihtiyacı vardır. Ahlaki kaygı bunu engellemektedir. Gene de, bastırma görüşü, kesin deneysel bulguların yokluğuna rağmen belleği inceleyen kişileri cezbetmektedir.

UNUTMA KANUNLARI

1) "Unutmak geçen zamanla orantılı olarak artar". Bu kanun bir Fransız bilgini olan H. Pieron'un adıyla anılır. Zaman geçtikçe hatıraların zayıflayarak kaybolan kısımları artar anlamındadır. Önce ilgimizi çekmeyen, yaşantımızı etkilemeyen kısımları unutulur.
2) "Eski hatıralar yenilerden çok yaşarlar". Buna da gene bilginin adıyla Ribot Kanunu denir. Eski hatıralardan kasıt, çocuk iken ve gençlikte öğrenilenlerdir. Bunlar yukarıda açıklanmışlardır. Ancak, çocuk iken öğrenilenlerin hepsi de unutulmaz demek değildir.
Yaşlılıkta unutmanın iki sebebi vardır. Birisi; büyüme çağından sonra sinir hücrelerindeki eksilme sürecidir, ikincisi; yaşlandıkça beyindeki kılcal damarların sertleşmesi ve daralmasıyla beynin beslenme bozukluğudur. Üçüncü bir sebep olarak çeşitli hastalık hailen vardır.
Yukarıda sıralanan bütün bilgilerin üstünde, unutma olayıile ilgili en önemli etmenler şunlardır: Her zihnin kalıtsal yapısı ve yetenekleri gereği olarak belleme, bellekte tutma ve hatırlama güçleri değişik olur. Bununla beraber herkesin yaşlanma süreci de aynı değildir. Yaşlanma sürecinde Neurobiyotaxis Kuramıtersine işleyerek unutma yapar. Unutmanın sinirselş oluşumunun, sinaptik bağların çözülmesi şeklinde olduğu kabul edilmektedir.

NEDEN UNUTUYORUZ

Psikologların bozucu etki kurallarıyla ilgilenmeleri bunların sınırlı uygulama değerlerinden dolayı değil, unutmadaki önemli rollerinden dolayıdır. Bu kurallar kısmen de olsa, niçin unuttuğumuzu açıklamaktadır. Çünkü bize unutmamızın, öğrendiklerimizin hatırlamak istediklerimiz üzerindeki bozucu etkisine bağlı olduğunu gösterir. Fakat, acaba bu kurallar unutmanın ne kadarını açıklayabilir?
Kuramsal açıdan, unutmanın iki nedeni olabilir. Bunlardan biri bozucu etki, diğeri ise bellekteki çözülmedir. Her iki görüş de kuram olarak sunulmuştur, ikincisi bazen "sızan-kova hipotezi" (leaky-bucket hypothesis) adıyla anılır (Miller,1956). ilk bakışta bu kuram daha çekici gelmektedir; çünkü, çoğu kimse unutmanın "doğal olarak" kendiliğinden meydana geldiğini kabul eder. Oysa yapılan deneyler, bozucu etkinin unutmada önemli bir rolü olduğunu, dolayısıyla unutmanın sadece bellek izinin silinmesi olamayacağını göstermiştir
Bu durumda, unutmayı açıklarken etkenlerden her birine ne kadar ağırlık verebiliriz?
Söz konusu kuramlar, deneysel olarak karşılaştırılamaz. Çünkü, laboratu-varda bile bozucu etkiden tamamen arınık bir durum düzenleme olanağımız yoktur. Denekler, deneyden önce bazı faaliyetler yapmışlardır; ve bunlardan bazıları deneyde söz konusu olan faaliyete benzer olabilir (ileri doğru bozucu etki). Aynı şekilde, öğrenme işlemiyle hatırlama işlemi arasında da bu tür faaliyetler yer alabilir (geriye doğru bozucu etki). Psikologlar, sadece bozucu etkiyi en aza indirmeye veya meydana geldiğinde ne ölçüde olduğunu tayin etmeye çalışabilirler.
Geriye doğru bozucu etkiyi azaltmanın bir yolu, deneklerin bir malzemeyi öğrenmeleri ile hatırlama testi arasında uyumalarını sağlamaktır. Bu yolla yapılan eski bir deney, bu gün psikolojide klasikleşmiştir (Jenkins ve Dallenbach, 1924).
Bu tür araştırmalar, çözülme kuramlarının aleyhine kanıt olarak kullanılmış, bozucu etkiye dayanan açıklamaları ise desteklemiştir. Fakat yukarıda sözü edilen deney, sadece geriye doğru bozucu etkiyi ele almış, ileriye doğru bozucu etkiyi kapsamamıştır.
İleriye doğru bozucu etkiyi incelemek için daha değişik bir deney deseni gerekir, örneğin, deneklere anlamsız hecelerden oluşan tek bir listenin öğretildiğini ve 24 saat sonra hatırlamanın ölçüldüğünü farzedin. Genellikle o zamana kadar listenin % 65'i unutulmuş olur. Bu yüksek unutma miktarı, deneğin öğrenmeyle hatırlama arasında yaptığı şeylerin etkisiyle açıklanamaz. Çünkü, deneğin laboratuvar dışındaki faaliyetleri, deneydeki faaliyetlerinden o kadar farklıdır ki, bozucu etkinin çok az olması beklenir. Ancak, bir de deneğin daha önceki sözel öğrenmeleri vardır. Yıllar boyunca yapılan bu sözel öğrenmeler, deneyde ileri doğru bozucu etki yaratmış olabilir.
Psikologlar bu olasılığı doğrudan doğruya test edemezler. Çünkü, bozucu etki yapabilecek daha önceki öğrenmeyi dakik şekilde ölçemezler. Buna karşılık deneyciler, deneklere iki veya daha fazla liste öğretirler (Undervvood, 1957); sonra da, bir listenin hatırlanmasının daha önce öğrenilen liste sayısından ne derecede etkilendiğine bakarlar. Bu tür deney sonuçları önceki öğrenmenin güçlü bir etken olduğunu göstermektedir. Daha önce öğrenilen liste sayısı ne kadar çoksa, test edilen listenin hatırlanması o kadar azdır. Şu halde, hatırda tutma büyük ölçüde, yeni öğrenilen malzeme üzerinde ileriye doğru bozucu etki yapan eski öğrenmelerin varlığına bağlıdır. Bu bulguya laboratuvar dışına genelleyecek olursak eski öğrenmelerin, özellikle iyice yerleşmiş alışkanlıkların, sözel malzemenin hatırlanmasında bozucu etki kaynağı olacağı sonucuna varabiliriz. Bu olayın, unutmanın % 100'ünü açıklayıp açıklamadığını bilemiyoruz; hiç bir zaman da öğrenemeyebiliriz. Mevcut bilgilere göre yapılacak bir tahminle, insanların unutmaları, büyük ölçüde önceki öğrenmelerine, fakat bir ölçüde de sonraki öğrenmelerine bağlıdır.
Top